Ortaokuldaydım en son, bir farklılığı olan kimliğimin ben daha adını koyamadan “nonoşlarla, toplarla, kızlarla” anıldığı zamanlar yüzünden kabusa dönmeye başladığını fark ettiğimde. O zamanlar buna çözümüm agresifliğe, zorbalığa karşı aynı dili kullanmaktı. Agresiftim, kavga ederken beş yumruk yiyorsam en az bir tane de ben atıyordum. Zorbaydım, güçlüler bana hangi yöntemlerle saldırıyorsa ben de benden güçsüzlere aynı yöntemlerle saldırıyordum. Sağlıksız bir öğrenme biçimiydi ama pekiştirilmişti, ödüllendirilmişti, uygulanmıştı.
Ortaokuldaydım en son, benden bir üst sınıf daha ne için okuduğumuzu anlamadığım İstiklal Marşı’nı okurken içindeki tüm politik cümleleri, politik kanları, politik bayrakları silip yerine sadece “Nonoş Emrahları, Top Emrahları, Kız Emrahları” doldurup bir ibne marşı yaratarak yanı başımda okumuşlardı. Öğrendiğim tek yöntemle saldırdım bu zorbalığa. Yirmi kişilik sınıfın boy sırasının arasına girdim bağırarak, yumruklarımı kime geldiğini düşünmeden sallayarak. Problem bir çocuktum zapt edildim. Problem bir çocuktum rehber öğretmene gönderildim. Problem bir çocuktum aileme şikayet edildim.
Ortaokulu bitirdim, liseyi bitirdim, bir üniversiteye başlayıp bitiremeyeceğimi anladığımda bırakıp başka bir üniversiteye yerleştim. Okudum, tartıştım, kendimi anladım. Büyüdüm kısaca. On beş sene geçti, ortaokulda bastırdığım hangi duygu varsa, ortaokulda sağlıksız bir şekilde öğrendiğim hangi direniş yolu varsa önüme tekrardan sunuldu. Çünkü askerdeyim. Çünkü personelinin beyinlerini yıkarcasına İstiklal Marşı’nın ünlü geçmişini tekrar ettire ettire, azınlıkları, ötekileri yok saya saya, dalga geçe geçe bugüne gelmiş bir kurumda çok uzun zamandan beri adını koyduğum kimliğimin tekrardan “nonoş, top, kız” durumuna düştüğünü deneyimliyorum.
Mesleğimi yapıyorum burada. Efsaneleşmiş “Her şey vatan için”lerle, “Vatan sana canım feda”larla uğraşmadan zorunlu askerliğini yapan kişilere bir destek olmak, onları dinleyen birisi olmak amacıyla görevlendirildim ve yarısına kadar gelebildim. İnternette isim, rütbe ya da herhangi bir bilgi vermeyeceğime, paylaşmayacağıma dair emirleri her hafta imzaladığımdan ötürü sadece bir grup rütbeli diyebileceğim kişilerin ortaokuldan sonra büyümediğini gözlemliyorum bir süredir.
Sürekli omzumda taşımam gereken bir çantam var çünkü her daim bir not defteri bulundurmam lazım. Her daim bulunduğum bu kurumda yapmam gerekenleri başında sonuna kurallar dizisi şeklinde sunan yönetmeliğin olduğu kitapçığı bulundurmam lazım. Tüm hayatımın burası olmadığından ötürü de her daim sivil hayatla az sayıda bağlarımdan biri olan en az bir kitap bulundurmam lazım. Taşıdığım bu çantayla helikoptere yetişmeye çalıştığımda “Ay kıız, makyaj çantanı da hiç eksik etme olur mu” diye yorum yapan bir grubu görüp gülüp geçmem lazım. En acımasız yaş grubunun ortaokulda olduğuna inanıyorsak ve yaptığı mesleğin eğlenceli olan tek kısmının başkalarının yanlışlarına, eksikliklerine, farklılıklarına, laf söylemenin olduğu bir iş hayatında kaç yaşında olursa olsun bu insanların ortaokuldan sonra hiç büyümediklerini gözlemleyebiliriz. Çünkü hangi ortaokul öğrencisi başkasıyla dalga geçtiği için kendini kötü hissetmiştir ki?
Beni gördüğü her an, farklı tavırlarımın, farklı görüşlerimin aklındaki şemaya uymadığından ve örgütleme, yeniden şema oluşturma gibi beyinsel bir fonksiyonu olduğundan habersiz bir personelin “Çok seks yapasım var, bir arkadaşım var travestilere gömüyormuş, o kadar çok seks yapasım var ki kim olduğuna bakmam bile vb.” yorumları yapmasına gülüp geçmem lazım. Arkamı dönüp “Hadi gel” diyemeyeceğim bir kurumdayım çünkü yüz kızartıcı suç işleyemem. İş arkadaşının farklı tavırlarını ve farklı görüşlerini sadece cinsel organını sokabileceği bir delik olarak görüp ve karşılaştığı her an dolaylı yoldan bunu belirtmek bir yüz kızartıcı suç değil. Çünkü taciz etmek ne zaman yüz kızartıcı suç oldu ki?
Evli ve çocuklu olmamam “Fitilimin patlamadığı, çadırımı kuramadığım, doğru düzgün kimseyi hoplatamadığım” şeklinde insanlar tarafından şaka unsuru yapılıp kısır olmak, erekte olmakta zorlanmak, iktidarsızlık gibi cinsel sağlık sorunlarıyla ilgili terimler toplumun standart gördüğü erkek olmamakla bir tutuluyor. Kesinlikle bir sorunum vardır. Ne gerek var soru sorup tanımaya çalışmaya değil mi?
Yazık, insanlığımıza yazık. Aydın diye geçinen psikologla, dişçiyle, doktorla, hemşireyle birlikte çalıştığım, aynı çalışma ortamını paylaştığım insanların insanlığına yazık.
Hamdullah’ın öldürülmesinin ardından bu sabahtan beri gezici bir araçla ağıt dinledi tüm Bingöl.
“İyi ki öldürüldü ha! Bizden birisi öldürülse ertesi gün unutulur gider” diyebilmemize yazık. “İçim şişti sabahtan beri” diyebilmemize yazık. “Daha iki gün gezecekmiş şu araba, ay bir evde yakın ağıdınızı biz duymak zorunda mıyız?” diyebilmemize yazık. Öldürülmüş bir hemşerisinin ardından tüm şehirde bir ağıt yakabilecek yürekte insanların bulunduğu yerde yaşayıp da “Kesin kan davası vardır başka bir aile ile o yüzden öldürülmüştür” diyerek hiçbir an “Acaba?” diye soramadığımıza yazık. Otomatik yargılarımız yüzünden kendimizi yeyip yeyip bitirdiğimize yazık.
Danışanım olan personel hakkında “Urfalıymış buna güven olmaz, hırsızlığı kesin o yapmıştır hocam hiç dinlemenize gerek yok” diyebilen yargınıza yazık.
Bana yazık, sizin yanınızda bir çay içebilecek bir zamanımı bile harcadığım için. Bana yazık, bir psikoloğa empatinin ne olduğunu anlatmaya çalıştığım zaman için.
Aydın diye geçinen dişçiyle, doktorla elit bir restoranda bir çaya 5TL verirken “Dahası da ölseymiş keşke, 100 yaralı yetmez en az 400 bekliyorum” diyebilen nefretimize yazık.
Size yazık paranoyanız yüzünden bu geceden başlayacak mesai sistemiyle pazartesi sabahına kadar dört saatte bir “İşimin başındayım, muhalif olmuyorum, hiç konuşmuyorum, siyasi yorumlar yapmıyorum, devlet candır, polis korur” diye bizi rapor vermek zorunda bıraktığınız ve siz de başımızda nöbet tuttuğunuz için.
Farklı oldukları için, farklı olduğumuz için, “onlardan” olmadığımız, olamadığımız için yargılanmamıza, zorbalığa uğramamıza, öldürülmemize sebep olan, göz yuman, üzerine şaka yapabilen insanlığımıza yazık.