Travesti yatağından bedenini doğrulttu ve banyoya doğru gitti. O aydınlık yüzünü yıkadığında aynadaki sureti bulandı gözünde. Yalandan da olsa kendine gülümsedi. Mutlu bir gülümseme değildi bu ama kırıntılarını kendi iç yolculuğunda yeniden yakalayacağına emindi.
Ali’nin o sahte gülüşlerini hafızasında daha net tutmaya çalışarak uçağını kaçırmamak için daha çabuk hareketlerle hazırlandı ve evden çıktı. Ne kadar sahte de olsa, bunu ne kadar derinden de bilse, o gülüşler o adama aitti. Onu asla unutamayacağını düşündüğü için fersah fersah kaçmak zorunda hissettiği o adama. Şafak her güne hediye ettiği o renkli gülüşleri işte bu adamın ona yaşattığı acılara borçluydu. O da her güçlü travesti gibi acılarından besleniyordu. Amerika’ya gidecek orada kendini bulacaktı. Böylesi herkes için daha iyiydi.
Şimdi nasıl yazılsın bu filmin sonu
Yaşamak dediğin çok sevdiğin bir filmi her izlediğinde tekrar hayata nasıl döneceğini kestiremediğin anlardan oluşuyordu aslında. Şafak izlediği o mükemmel filmden sonra kendine gelmeliydi. Üstelik daha da fenası tekrar izleme imkanı olmayacaktı.
Filminin duygulu sonunu kendi yazmalıydı. O sabah tekrar uyandı. Sevdiği adam solunda boylu boyunca yatıyordu işte. Sarılsa ve zamanı durdursa ne kadar güzel olurdu. Mümkün olsaydı eğer kesinlikle yapardı. Son bir öpücük bıraktı sevgili kocasının asla doyamayacağı dudaklarına ve yataktan kalktı. İşte o an, gökyüzünden inecek tüm örslerin yatağı ve tüm dünyayı ikiye böldüğünü neredeyse tüm çıplaklığıyla gördü.
Her sabah yaptığı gibi banyoda aynanın karşısına geçti. Renkli gülüşünü takınsa da yüzünün solgunluğu gözlerine kadar yayılıyordu. Emre öngördüğü halini asla görmemeliydi. Acaba hata mı yapıyorum fikrinden o anda sıyrıldığında önceden yazdığı mektubu salonda her sabah birbirlerine aşk notları bıraktıkları masanın üzerine bıraktı ve ölmek için ülkesine döndü…
Yeniye yolcululuk
Bin bir bahane ile artık uçaktaki yerini almıştı ankara travesti Şafak. Ancak henüz uçak kalkmamışken bir karışıklık yaşandı ve sonradan adının Emre olduğunu öğreneceği o adam oturdu yanında. Şafak’ın içi cız etti. Daha önce içine hiç yerleşmemiş o nazlı sızıyı hissettiğinden her şey gerçekten bu ülkede kalıyordu ve yeniliklere doğru gerçek anlamda uçacaklardı. Emre’yle olan o tanışmadan sonra ikisinin kafasında da birbirinden habersiz aynı cümle dolaşıyordu: ”Kaçsam mı kalsam mı?”
15 saatlik uçuş yolculuğu boyunca hiç susmadan konuştular. İkisi de fark ediyordu ki, bu hisler uzun zamandır uğramıyordu kalplerine. Bir arabanın far ışığına kitlenmiş iki sincap gibiydiler adeta. Bütün konuşmaları boyunca yürekten baktılar birbirlerinin gözlerinin içine.
Başka bir ülkede bambaşka bir hayat
Artık Amerika’da birlikte yeni bir hayata başlamışlardı. Şafak reklam işleri için geldiği şirkette de Emre’nin kalbinde de oldukça hızlı ilerliyordu. Sade bir törenle evlenmişlerdi bile çoktan. Tüm bunlar sanki bir rüyaydı. Şafak çok uzun sürmeyeceğini bildiği bu rüyadan uyanmak istemiyordu.
Emre de başarılı bir avukattı. Onun cephesinde her şey fazlasıyla huzurluydu.
Hiçbir şeyin sonsuza dek sürmeyeceği yazısız kurallardan biriydi bu hayatta. Şafak bu ülkeye gelişinin asıl sebebini aşkın kollarında unutmuş olsa da, vücudu daha fazla karşı koyamamıştı.