Bu ülkede eşcinselin de adı yok!

Önce gey hakemin haklarını tartıştık, sonra da polis teşkilatının içindeki eşcinsel ‘unsur’ları. Konu, “eşcinsel istihdamı” olunca ilgili kurumların ve kişilerin ağzını bıçak açmıyor.

Eylül ayında, New York’ta lezbiyen, gey, biseksüel ve transseksüellere yönelik bir kariyer fuarı düzenlendi. Sloganı “Çalışmak için açıkla (Out to work)” olan fuarda tam 41 şirket ‘çeşitliliği (diversity)’ desteklediğini cümle âleme ilan etti. Organizatörlüğünü Gay Center ve Greenwich Village – Chelsea Ticaret Odası’nın üstlendiği fuarın sponsorlarından bazıları ise şöyle sıralanıyordu: Johnson & Johnson, Novartis, Pfizer, PepsiCo…

Şimdiye kadar bu fuar sayesinde kaç kişinin işe alındığı net olarak bilinmese de etkinliğin eşcinsel ve transseksüellerin istihdama katılmaları noktasında atılan ciddi bir adım olduğu kesin. Dünyanın pek çok ünlü şirketinin önde gelen markalarıyla destek verdiği bu organizasyonun gerçekleşebilmesinde Amerikan kültürünün çeşitliliğinin yanı sıra ülkenin hukuk sisteminin de etkili olduğu aşikâr. Bu ülkedeki yasalara göre iş görüşmelerinde işveren, hiç kimseye cinsel kimliğini soramaz, işe alımlarda cinsel yönelime göre karar veremez, işten çıkartmalarda eşcinsellik bir kriter olarak kullanılamaz. Çünkü tüm bunlar, doğrudan ayrımcılığa girer ve insan haklarıyla bağdaşmaz.

ABD, gey nüfusun toplumun her alanında aktif rol alabilmek, haklarını savunabilmek ve daha insanca bir yaşama kavuşabilmek için ciddi mücadele verdiği ülkelerin başında geliyor. Bu yüzden de tüm dini, milli ve ırksal azınlıklar gibi geyler de burada pek çok ülke vatandaşına göre göreceli olarak daha iyi konumda. 2005-2006 yıllarını kapsayan bir araştırmaya göre Amerika’da 8.8 milyon gey var. Bu rakam yaklaşık olarak ülkenin toplam nüfusunun yüzde 3’üne denk geliyor.

Eşcinsellerin sayısı ve nüfusa oranları konusunda kesin veriler yok. Bu konu üzerinde çalışan Epstein’in “A Queer Encounter: Sociology and The Study of Sexuality (Eşcinsel Mücadele: Cinselliğin Sosyolojisi)” adlı makalesindeki verilere göre dünyadaki erkek nüfusunun yüzde 37’si gey. Ancak bu rakama hayatında en az bir kere eşcinsel deneyim yaşamış kişiler de dahil edilmiş. Yine de oldukça abartılı bir rakam gibi gözüküyor.

İki milyon eşcinsel
Şimdi odağımızı yenidünyadan eskiye, Avrupa ve Orta Doğu eksenine çevirelim… İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad’ın açıklamalarından biliyoruz ki bu ülkede eşcinsellik diye bir ‘sorun’ olmadığı için gelelim Türkiye’ye…

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi ve Uluslararası Lezbiyen ve Gey Birliği (ILGA) eski Genel Sekreteri Kürşad Kahramanoğlu’nun hesabı da biraz ‘kabarık’ gözükse de bu konuda yetkin bir ağızdan geldiği için üzerinde konuşmaya değer: Türkiye’de ‘tahminen’ yedi milyona yakın eşcinsel olduğunu belirten Kahramanoğlu, transseksüel ve travestilerle birlikte bu rakamın 10 – 15 milyona yaklaştığını iddia ediyor. Biz yine de ABD’nin yüzde 3’lük oranını alır Türkiye’ye uyarlarsak, yuvarlak hesap iki milyonluk bir eşcinsel azınlıktan bahsediyoruz demektir ki, hiç de küçümsenemeyecek bir rakam!

Oysa ülkemizde cinsel yönelimi nedeniyle bir türlü maç yönetme görevi alamayan futbol hakemi Halil İbrahim Dinçdağ ile başlayan “eşcinsellik ve iş dünyası” eksenli tartışma, tırmanarak devam ediyor. Konu, futboldan sonra polis teşkilatı içindeki eşcinsel eğilimlerin ve ilişkilerin ortaya çıkmasıyla kamuoyu gündemine iyice oturmuş oldu.

Erzincan, Karabük ve İzmir polis teşkilatlarında, eşcinsel ilişkileri saptanan bazı memur ve yöneticiler ya işlerinden oldular ya da açığa alındılar. Bu skandalların ardından kafalarda pek çok soru işareti kaldı. Görevi kötüye kullanmak ve iş yerinde cinsel istismarla, eşcinsellik yüzünden işinden olmak/işe alınmamak arasında büyük fark olduğu kesin. Ancak kamuoyu bu kararların arkasında gey fobisi mi yoksa disiplin suçlarımı var tam bilmiyor.

Türkiye’de eşcinsel polisler hakkında disiplin işlemi yapılırken merkezi Londra’da bulunan Gay Police Association (Gey Polis Birliği) üyeleri kimliğini gizlemekten hiç çekinmiyor. Hatta başkan ve yönetim kurulu üyeleri gey ve lezbiyenlerden seçilen bu birlik, bütün AB ülkelerinde de temsil ediliyor.

Cinsel kimlik ve iş dünyası
İşte tüm bu gelişmeler, gözleri, Türkiye’deki eşcinsellerin istihdam sorunlarına çeviriyor. Türkiye’de eşcinsel olup da hakem, polis, öğretmen veya asker olmak ya da banka gibi bir finans kuruluşunda, büyük sanayi şirketinde vs. çalışmak oldukça zor. Toplum eşcinsellerin yalnızca moda, medya, reklam, iletişim gibi dallarda ve ancak sanatın bazı alanlarında varlık göstermesine ‘tahammül’ edebiliyor. Bu tür bir cinsel yönelimi, ‘hastalık’ olarak nitelendirenlerin ve eşcinsellerin yakınında bile olmasına tahammül edemeyenlerin sayısı da hiç de azımsanamayacak düzeyde.

Oysa gelişmiş ekonomilerde ‘çeşitlilik (diversity)’ üzerinde ciddiyetle durulan bir kavram. Araştırmalar ve iş dünyası pratiği gösteriyor ki bugünün şartlarında başarılı olabilmenin yolu, çalışan çeşitliliğini artırarak geniş bir yetki ve yetenek setiyle rekabet etmekten geçiyor. Söz konusu çeşitliliğin içine –elbette- eşcinsel iş gücü de dâhil.

Görmezden geliniyor
Bu tablo her yerde karşımıza çıkıyor. Eşcinsellerin iş yaşamındaki yeri konusunda görüşüne başvurduğumuz şirket yöneticilerinden yanıt almamız bile mümkün olmadı. “İş yoğunluğu”, “aşırı hassas konu”, “azınlık uygulamalarımız yok” tarzında bahanelerle “haberimizde yer almak istemediklerini” belirttiler.

Bir de en çok karşılaştığımız cevap, “bu konuda görüş verebilecek kişi şu an yurtdışında” oldu. Ne yazık ki aralarında çeşitlilik politikalarıyla övünen ve New York’taki fuarı destekleyen/katılan çokuluslu şirketler de var: Johnson & Johnson, Novartis, PepsiCo, Pfizer ve IBM Türkiye ofisleri bu şirketlerden sadece birkaçı.

Homofobik patronların bahanesi kriz
Peki Türkiye, eşcinsel işgücü açısından hangi noktada? Türkiye’de eşcinsel yönelimi olduğunu saklayanlar çoğunlukta olsa da bu konuda açık davrananlar da yok değil. Saklamak kadar söylemek de eşcinsellere acı veriyor. Zira patronların ve çalışma arkadaşlarının aşağılayıcı tavırları ve ezici bakışları altında mesai sürdürmek oldukça zor. Ancak herkes gibi onlar da yaşamak için çalışmak zorunda. Bu yüzden de pek çok aşağılayıcı söze kulaklarını tıkamak durumunda kalıyorlar.
Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği’nin (Kaos GL) websitesinde yayımlanan bir habere göre yaşayan 29 yaşındaki N. Efes rumuzlu bir eşcinsel, iş yerinde herkese gösterilen saygıdan mahrum kaldığını anlatıyor: “Sokaktaki yabancının dahi gösterebileceği bir saygı görmüyorum. Müşterilerin yanında küçük düşürülüyorum. Başarım baltalanıyor.”

Ekonomik kriz ise eşcinsellerin iş yerindeki mevcut durumlarına tuz-biber ekmiş durumda. Çünkü işe aldığında karşısındaki kişinin eşcinsel olduğunu bilmeyen patronlar, bu gerçeği öğrendiklerinde ya da fark ettiklerinde krizi bahane ederek ilk onların işine son vermekte gecikmiyor. Yine Kaos GL’de yayımlanan röportajda, dokuz yıldır çalıştığı yerel gazete ve haber ajansından ‘kriz sebebiyle’ çıkarılan bir eşcinsel, “homofobik patronumun kurbanı oldum” diyor: “Her fırsatta odama gelip eşcinselliğimi belli etmemem gerektiğini, oranın ciddi bir iş yeri olduğunu söylüyor, bağırıp çağırıyordu. Maaşımda abartılı kesintiler de oluyordu” diye devam ediyor. İşinden eşcinsel olduğu için çıkarıldığına inanan bu kişi, iddiasını da şöyle temellendiriyor: “Benden sonra o iş yerinden hiç kimse çıkarılmadı. İşten ayrıldıktan bir hafta sonra da yerime başka bir kadın alındı.”

“İnsan haklarının hiyerarşisi olamaz”
“Kürt açılımı yapmaya çalışılıyor ama eşcinseller konusundaki ayrımcılık görmezden geliniyor” diyen Kürşad Kahramanoğlu konunun öncelikle bir insan hakkı olduğunun kabul edilmesi gerektiğini vurguluyor: “Bu geniş azınlığı yok saymak, Türkiye’nin kaybıdır. İnsanları işe yaramaz hale getiriyorlar. Fuhuş yapmalarından şikâyetçiler ama iş de vermiyorlar” diyor ve ekliyor: “Hükümetin öncülük yapıp eşcinsellere, transseksüel ve travestilere karşı ayrımcılığı önleyecek kanunlar çıkarması ya da mevcut kanunlarla bu ayrımcılığı önlemesi lazım!”

Aslında şu anda kamu ve özel sektörde milyonlarca eşcinsel çalışıyor. Ancak toplum baskısından ve işlerini kaybetmekten çekindikleri için bu gerçeği saklamak zorunda kalıyorlar. Transseksüel ve travestilerin durumu ise daha farklı. Zira fiziksel bir değişime uğradıklarından kendilerini gizleme şansları bile yok. Toplumdaki genel kanıya göre onlar, doğaya karşı geliyor. Hatta öyle ki bir alanda eğitimli ya da yetenekli olabilecekleri bile düşünülmüyor. İş vermek bir yana sokakta dahi gördüklerinde aşağılayıcı bakışlarını ve alaycı gülümsemelerini eksik etmiyorlar. Sonuçta da onlara tek ekmek kapısı olarak fuhuş kalıyor.

Ayrımcılık ilanlardan başlıyor
Sabah Gazetesi Ekler Yazı İşleri Müdürü Murat Çelikkan da, Kahramanoğlu ile aynı görüşte. Hayatın her alanında cinsel kimliği ve cinsel eğilimi nedeniyle bir kişiye farklı muamele etmenin ırkçılıkla eşdeğer tutan Çelikkan, bu durumun insanların demokrasiyi hazmedip hazmetmemeleriyle ilgili olduğunu söylüyor. “Türkiye’de hala İK eklerinde herhangi bir Avrupa ülkesinde doğrudan ayrımcılık olarak vurgulanabilecek eleman ilanları çıkıyor. Hostes olarak kadınlar ya da belli işlere askerliğini bitirmiş erkekler aranıyor” diyen Çelikkan, kişinin cinsel kimliğinin hiçbir zaman bir işin önüne geçemeyeceğini ve iş verme kriteri olamayacağının altını çiziyor.

Türkiye’deki gey, lezbiyen ve biseksüellerin sosyal hayatta ve iş dünyasında uğradıkları ayrımcılığa yönelik ciddi çalışmalar Kaos GL, bir süredir Almanya Büyükelçiliği’nin desteklediği bir proje yürütüyor. “Çalışma hayatında cinsel yönelimden kaynaklı ayrımcılıklar” başlığı altında yürütülen projede yer alan Özge Gökpınar, eşcinsellerin iş hayatında yalnız olduklarını vurguluyor. Proje dâhilinde geçtiğimiz temmuz ayında başladığı anketi tamamlamaya çalışan Gökpınar, şimdiye kadar Türkiye genelinde 40 lezbiyen, gey ve biseksüel çalışanla görüşmüş. Hedefi ise 100 lezbiyen, gey ya da biseksüel çalışana ulaşmak, onların tanıklıklarıyla bir rapor hazırlamak.
Katılımcıların yaşlarının 20 ila 41 arasında değiştiğini belirten Gökpınar, bu kişiler arasında en çok öğretmen ve akademisyenlerin bulunduğunu söylüyor. Diğer kişilerin ise mühendis, teknik eleman, grafiker, güvenlik görevlisi, psikolog, banka çalışanı ve yönetici pozisyonunda olduklarını anlatıyor: “Ankete katılanların çoğu, cinsel yönelimini işyerinde saklamayı tercih ediyor. Bunun nedenlerini de işini kaybetmekten korkma, hakkını nasıl arayacağını bilememe, yükselmesinin engellenmesi, statü kaybetme korkusu, istifaya zorlanma, taciz ve aşağılanma olarak sıralayabiliriz.”

Sorulara yanıt verenlerden çoğunun ise herhangi bir sivil toplum kuruluşuna veya Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve Transseksüel (LGBTT) derneklerinden birine üye olduğu söyleyen Gökpınar, çalışanların örgütlü mücadeleye ve aktivizme olan inancının yüksek olduğunun altını çiziyor.

Eşitlik uygulamada zayıf
Konunun hukuki boyutunu değerlendiren İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Uzmanı Avukat Cüneyt Danar ise 4857 sayılı İş Kanunu’nda eşcinseller, travestiler ya da transseksüellerin istihdamına yönelik özel bir düzenleme bulunmadığını söylüyor.

Konunun cinsiyet kavramı dâhilinde “Eşit davranma ilkesi” başlıklı 5’inci madde kapsamına girdiğini belirten Danar, “İş Kanunu’nun 5’inci maddesinin birinci fıkrasında, iş ilişkisinde cinsiyet ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamayacağı, işverenin esaslı nedenler olmadıkça ya da biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça bir işçiye iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde cinsiyet nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamayacağı, aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamayacağı düzenlenmektedir” diyor.

Yani bu maddeyle, iş görüşmesine gelen birinin işe alınmama sebebinin, cinsel yönelim olması yasaklanmış durumda. Ayırımcılığın yapılması ise tazminatla müeyyidelendirilmiş. Buna göre işçi, iş mahkemesinde açacağı tazminat davasıyla dört aya kadar ücreti tutarında tazminat kazanabiliyor. Ayrıca ayrımcılık nedeniyle yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebiliyor. Ancak Danar, ülkemizde tazminat hukukunun Avrupa ya da Amerika düzeyinde gelişememesi nedeniyle böyle bir davanın sonucunu kestirebilmenin mümkün olamayacağını söylüyor.

Türkiye’deki manzara bu. Ancak eşcinsellerin uğradığı ayrımcılığa yönelik yasalarımızda özel bir düzenleme olsa bile bu konuda fazla bir yol kat edebileceğimizi beklemek yersiz görünüyor. Zira sıkıntılarını anlatmaları için mikrofon uzattığımız Lambda LGBTT Dayanışma Derneği üyeleri bile bu konuda bizimle konuşmak istemedi. Onlar bu konuda suskun kalırsa, örgütlü hareket ederek sıkıntılarını dile getirmezse devlet gerekli düzenlemeleri yapsa bile bu çaba, çözüm için yeterli olmayacaktır. Bakınız Amerika…

Tim BRIGHT / One World Consulting Yönetici Ortağı
Şirketler kültürün aynası
Bir toplum eşcinselliğe açık değilse bu, iş kültürüne de yansıyor. Üst düzeyde kalifiye eleman bulmakta zorlanan sektörler çeşitliliğe önem veriyor. Bunu özellikle gelişmiş teknoloji şirketleri, bazı bankalar ve medya sektöründe görüyoruz. Tüketiciye yönelik sektörler ise bütün segmentlere ulaşmak için kadrolarında farklı dil, din, ırk ve cinsiyetteki kişilere yer veriyor. Azınlık grupları bir sorun değil, fırsat olarak görüyorlar. Doğru stratejilerle de çeşitliliği avantaja çevirmeyi başarıyorlar.

Ali EROL / Kaos GL Temsilcisi
Eşcinsel hakları, sendikal haktır
Çalışan eşcinseller işini kaybetme korkusuyla, çalışmayan veya işsiz olanlar da iş bulamama korkusuyla ‘görünmezliklerine’ devam ediyor. Çalışanlar kendi hayatlarına sahip çıkamadıkları gibi sendikalar da eşcinsel haklarının sendikal haklar olduğu gerçeğini görmezden gelmeyi tercih ediyor. Son yıllarda ise DİSK ile KESK, cinsel yönelim ayrımcılığının kabul edilemez olduğunu, çalışma hayatındaki bu ayrımcılığa karşı eşcinsel örgütlerinin taleplerini kendi sivil anayasa taleplerine ekledi. Artık sendikaların görevlerinden biri de mevcut iş yasasının bir an önce değişmesi için mücadele etmek olmalı.

Zaten Uzun Zamandır Tedavi Altındasınız

“Üzgünüm ama hepimiz uzun zamandır şöyle veya böyle tedavi altına alınmış durumdayız. Ama merak etmeyin bilimsel, düşünsel, ahlaki ve hatta ve hatta dini altyapıları olmayan – ki o yüzden mizaha konu oluyorlar – bu zihniyetin başarıya ulaşma şansı yoktur.”

Günlerdir kelimeler boğazımda düğümleniyor, harflere dökebilmenin zorluğunu varın siz hesaplayın. Aileden sorumlu bakan “eşcinseller hasta” demiş, mahalle baskısı diye avaz avaz bağıranlar sanki kafalarına taş düşmüş gibi “bu ne yaavv diye” oraya buraya soruyorlar.” Platon, Michelangelo, Çaykovski, Shakespeare, Foucault, Sokrat, Sappho, Virginia Woolf, Büyük İskender, Gide, Sait Faik, Oscar Wilde, Leonardo da Vinci, Aslan Yürekli Richard, Sezar ve daha binlercesi demiiiii hasta” diye soruyorlar da soruyorlar. Hayretle. Hadi hayretler içinde bir kaç tane de ben ekleyeyim, Murathan Mungan da mı, Ferhan Özpetek de mi hasta. Dinozor Hakkı gibi provokatörce yaklaşanların yanı sıra merkez medya topyekûn eyvahlarda. Ben de izninizle günaydın diyorum onlara. Hem de ne günaydın. Sen yedi yıldır kafanı gömdüğün kumdan şimdi mi çıkardın? Hoş çıkardığın da pek belli değil ya. Hadi onu geçtik Selma Aliye gibi kafaların yetişmesine sen az mı katkı yaptın?
Hatırlayın popçumuz Tarkan, eşcinsel fotoları eşliğinde dünyaca ünlenmeye başlayınca merkez medya ne kadar arkasında durdu. “Türklüğün kahraman figürlerinden Tarkan ismi ibnelikle anılamaz” diye yaygara koparıldığında” ve karşılığında Tarkan annesinden gizli koltuğa işemiş çocuk misali kendini savunmak zorunda kaldığında neredeydiniz. Peki ya Tarkan “Ben Bulgaristan’da tedavi oldum” dediğinde niye “Atma recep eşcinsellik tedavi edilemez” diye itiraz etmediniz.

Peki ya siz medya kalemşorları… Bugüne kadar eşcinsellik oldu mu susanlar siz değil misiniz. Hep üçüncü kişiler hakkında konuştunuz. Onca gey medya mensubuna karşı neden sadece Kürşad Kahramanoğlu tek başına kalıyor. Sizi açık olmaktan alıkoyan ne… Madem eşcinsellik hastalık değil, madem eşcinsellik utanılacak bir eğilim değil, madem Shakespeare bile eşcinseldi, o halde sizi bu kadar gizli olmaya iten ne? Dahası eşcinseller öldürülürken, travestiler öldürülürken, “travesti terörü”, “homo” gibi başlıkları siz atmadınız mı?

Siz değil miydiniz RTÜK başkanının sözlü bir lafı üzerine Huysuz Virjin’e, Aydın’a, Fatih Ürek’e ekranları yasaklayan. Siz değil miydiniz apaçık bir iktidar baskısı olduğu halde, Fatih Ürek’e “Aa demek artık giyim şeklini değişirdin. Bu yeni imajın mı” diye sorup olayı magazinleştiren. Bakın son VJ Bülent Olayı her şeyi izah etmiyor mu aslında. Kaos GL’ye “Son zamanlarda yönetim açık açık bana sakal bırak, giyimini değiştir” diye baskı yapıyordu demiş. Hiç şaşırmadım. Peki baskıyı yapan kim? Gezegen Mehmet’in başında olduğu yönetim. Gezegen Mehmet kimin kankası? Başbakanımızın. (Başbakanımızın kankası da olsa olsa Gezegen Mehmet olur, Fazıl Say olacak değildi ya). Zaten farkında değil misiniz reddedilen yok edilmeye çalışılan prototiplerden arda kalan son örnekti VJ Bülent. Her şey aslında apaçık ortada değil mi. Bu açıklığa rağmen gene siz değil miydiniz “yaa aslında Cem Uzanın arkasında konuştu diye işten atıldı” şeklinde bu karara arka çıkmaya çalışan. Görünürlük anlamında eşcinseller, travestiler önce TV ekranlarından daha sonra da sokaklardan izole edilmeye çalışıldığında siz sahi neyle meşguldünüz? Ergenekon’u sulandırmak ve sahte mahalle baskıları üretmek dışında gerçekten neyle meşguldünüz. Emniyette ortaya çıkan eşcinsellik içerikli haberler için “Emniyette çarpık ilişki”, “Emniyette sapkın ilişki” “Emniyette gey polis skandalı” diye başlık atan Selma Hanım mıydı?

Gazeteci Baki Koşar CNN Türk’ten neden atıldı? Müdürü Çiğdem Anat’a yalan söylemek zorunda kaldığı için. Peki Baki neden yalan söylemek zorunda kaldı. Çünkü Baki “hastaydı” ve CNN Türk’te bir hasta çalışamazdı. O yüzden hastalığını sakladı. Evi hastalığını paylaşan biri tarafından soyulunca kurumundan gerçeği saklamak zorunda kaldı. Baki öldürüldükten sonra bu olayı hatırlatanlara Anat, “Biz Bakiyi cinsel kimliğinden ötürü değil, bize yalan söylediği için kovduk” diyecekti. Oray Eğin de soruyordu: “Sanki Baki size gerçeği söylese gene kovmayacak mıydınız? Niye size yalan söylemek zorunda kaldı” diye soracaktı. Demek ki siz de eşcinselliği hastalık olarak görüyormuşsunuz ki Baki de bunu sizden saklamak zorunda kalmış. Hadi bunları geçtik cenazesine kaçınız gittiniz?

Ve tabi ki CHP. Sayın Sevigen Kavaf hakkında soru önergesi vereceğine, dönüp de kendi partine bak. Neden sadece BDP’nin programında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibareleri var? Siz bu kadar eşcinselleri düşünüyorsanız neden programınıza onların sorunlarını almadınız? Uzun zamandır iflas etmekte olan bir paradigmaya militarist şekilde arka çıkmak dışında, demokrasinin o olmazsa olmazı bireysel hak ve özgürlükler noktasında ne tür bir proje sundunuz bu toplumun eşcinsellerine dahası bu toplumun tümüne. O yüzden sen gidip Kavaf hakkında soru önergesi vereceğine, git önce “Ergenekon ruh hastası eşcinsellerin uydurmasıdır” diyen milletvekilini disiplin kuruluna sevk et.

Peki ya o kayıtsız şartsız savunduğunuz TSK’nın eşcinsellere yönelik çağdışı uygulamasına ses çıkarmayan kimdi. Selma Aliye Kavaf mıydı?

Sözün özü aslında sayın bakan yeni bir şey söylemiyor ki. Zaten uzun zamandır AK Parti iktidarı eşcinselleri ve farklı cinsel kimlikleri tedavi altına almış durumda. Uygulama ve icraatları bunu gösteriyordu. Bakanın yaptığı ise sadece bunu sözle tasdik etmek. Üzgünüm ama hepimiz uzun zamandır şöyle veya böyle tedavi altına alınmış durumdayız. Ama merak etmeyin bilimsel, düşünsel, ahlaki ve hatta ve hatta dini altyapıları olmayan – ki o yüzden mizaha konu oluyorlar – bu zihniyetin başarıya ulaşma şansı yoktur. Tek yapabildikleri korku imparatorluğu üzerinden insanları sindirmek. İkna etmeye çalışıyorlar uzunca bir zamandır hepsi bu. Bu yüzden ikna odaları oluşturmaktalar. Takkiye yapıp ikna oluyorsan ne ala. Ama direttin mi sonun en basitinden VJ Bülent gibi olur. Çünkü onlar da bir dönem “ikna odalarından” geçirilmeye çalışılmış – dahası çoğu takkiye bile olsa ikna olmuş – bir zihniyetin temsilcileri. Dün onların giremediği, yer yer hala giremedikleri kapılar dururken, ellerine geçirdikleri başka kapıları bu kez kendileri eşcinsellerin yüzüne kapatmaktalar. Ne hazin ama, değil mi?

Tekrar etmek gerekirse, bilimsel, düşünsel, ahlaki ve hatta ve hatta dini altyapısı olmayan bu zihniyetin başarıya ulaşma şansı yoktur, olmamalıdır. Tek umudumuz bu sakat zihniyetin acilen Türkiye toplumunun hâlâ var olduğunu umut ettiğimiz demokratik refleksine çarpıp bir daha ortaya çıkmamacasına dağılmasıdır. Çünkü unutulmamalıdır ki, bu “sakat” zihniyeti iktidara getiren de yine o demokratik reflekstir. O refleks, daha fazla bireysel hak ve özgürlükler için daha demokratik bir toplum için gösterildi, eşcinselleri “hasta olarak” damgalayıp ikna odalarına alman için değil. İşte bu yüzden bu zihniyetin başarıya ulaşma şansı yoktur. Yeter ki siz ikna olmadığınızı cesaretle sonuna kadar gösterebilme gücüne sahip olun.

Buradan hemen “ama Fatih Ürek, Aydın ikna olmuş gibi yapıyor” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız, ama zaten ben onlara değil size sesleniyorum.