TBMM Çevre Komisyonu Üyesi & CHP Milletvekili Melda Onur’un “Ayrımcılıklara Karşı Sempozyum”da yaptığı konuşmanın metnini yayınlıyoruz.
Eşitlik, çoğulculuk, insan hakları ve olanaklar diye konuşmamı dört bölümde yapacağım. İlk iki bölüm biraz felsefi ve biraz şahsi bakış açımla ilgili olacak. Son iki bölüm biraz daha somut konularla ilgili.
İnsan, erkek, heteroseksüel, Sünni ve muktedir!
Şimdi milletvekili olarak eşitlik algımla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Çünkü eşitlik algısı artık her kişiye göre çok değişiyor ve bu hani bence tamamen buradaki söylediklerim mutlak doğru gibi bir iddiada değilim sadece bence eşitlik algısı şöyle bir şey: yaşam hakkı söz konusu olduğunda zaten hiyerarşi diye bir şey söz konusu olamaz. Yaşam hakkının her zaman için dikey değil yatay bir zeminde tartışılması gerektiğini düşünüyorum: Erkek, kadın, yaşlı, çocuk, engelli, LGBT, dindar, ateist bunlar yukardan aşağıya sıralanamaz.
Bir hak diğerinin önüne asla geçemez. Şimdi hep aynı şeyden bahsettik, ben de özellikle vurgulayacağım. İşte erkek, heteroseksüel, Sünni diye giden. Ben bunu insandan başlıyorum. İnsan, erkek, heteroseksüel, Sünni ve muktedir. İnsan doğadaki diğer canlılar üzerinde tahribat yaratıyor; erkek diğer cinsler üzerinde tahribat yaratıyor; heteroseksüel diğer cinsel yönelimleri olanlar üzerinde tahribat yaratıyor; Sünni Türkiye için diğer ülkeler için kendine, baskın din diyelim buna, baskın din diğerleri üzerinde tahribat yaratıyor. Muktedir de yaşlı, çocuk, engelliler üzerinde tahribat yaratıyor. Onu için bir kere bu eşitlikte bunları böyle masanın üzerine bir yayıp yan yana koymak lazım diye düşünüyorum.
Sonradan giydirilen mantoların eşitlik kavramını hiçbir şekilde zedelememesi gerekiyor
Her insan doğduğu andan itibaren ben biraz ekolojiye inanan bir insanım, ekolojik bakış açısıyla bakmaya çalışıyorum. Doğduğu anda çeşitli, milyarlarca insan farklı fizyolojik özellikleriyle doğuyor; rengi, saçı, başı, cinsiyeti şusu busu bebek. Daha sonra, asıl eşitlik burada başlıyor, nerde eşitleniyor, nefes aldığı, ağladığı, acıktığı zaman eşitleniyor. İşte varsa üzerinde bir engelini görebiliyorsanız. Ama daha sonra atfedilen Amerikalı, Fransız, Türk, Kürt, Alevi, Müslüman, Hıristiyan, Ateist, Ayşe, Fatma, Binnaz… Bunlar sonradan atfedilen şeyler. Bir insan Amerikalı olarak doğmuyor, bir insan aslında Alevi olarak doğmuyor, bir insan aslında Kürt olarak doğmuyor. Siz şimdi bir bebeğe baktığınızda, bir çöpe atılmış bebeğe baktığında anlayabilir misiniz nerede doğduğunu? Ne görürsünüz orda, saf insan. İşte ben eşitlik kavramına bu ilk haliyle, tür olarak bakılmasını istiyorum. Sonradan giydirilen bu mantoların bu eşitlik kavramını hiçbir şekilde zedelememesi gerekiyor. Şimdi felsefeyi geçelim.
Bütün hayvanlar eşittir ama domuzlar daha eşittir!
Tabi toplum tarafından LGBT, yalnızca LGBT olarak bir kimliğe indirgenmeye çalışan insan topluluğu da aslında işte o ilk nefeste bilfiil eşitlenen ve fizyolojik olarak birbirinden farklı milyarlarca canlı içinde birbirine benzer tarafları bulunan bir canlı grubudur. Bu nedenle hiç kimsenin, hiçbir canlının nefesi, nefes almakla başlayan eşit olma hakkı idari, kamusal, ahlaki, dini gerekçelerle diğerinin elinden alınamaz; diğeri tarafından elinden alınamaz. Yasalar bunu muhafaza etmelidir. Eşitlik kısmını burada keseceğim. Sadece çok sevdiğim bir kitaptan bir söz hatırlarım ben bu eşitlik konusu geldiğinde, der ki; bu kitabı hatırlayacaksınız sözü söylediğimde, “Bütün hayvanlar eşittir ama domuzlar daha eşittir” der. Şimdi insan haklarını birlikte geliştirirken ve bir noktaya geldikten sonra bazılarının eşitsizleşmesi gerçekten de çiftlikte ciddi bir sıkıntı yaratıyor; şimdi çiftlikte sıkıntı var.
Milletvekiliyseniz, hangi partiden olursanız olun tüm vatandaşlara karşı sorumlusunuz!
Milletvekili olarak çoğulculuk algımdan söz etmek istiyorum biraz da. Dört partimiz mecliste; kişisel olarak çeşitli ideolojilere, yaşam tarzlarına, farklı tavra-tarza karşı olabilirsiniz, karşı durabilirsiniz. Partinizin de çeşitli yaklaşımlara, ideolojilere bir kurumsal duruşu olabilir. Ama gittiğim her yerde şunu söylüyorum. Milletvekiliyseniz, hangi partiden olursanız olun bir Türkiye Cumhuriyeti milletvekiliyseniz 1780.000 km2’lik 75 milyon vatandaştan sorumlusunuz. Bir tanesinin bile derdine sırtınızı dönüp gidemezsiniz. Milletvekilinin böyle bir şey yapabilme lüksü yoktur. Onun için adı milletvekilidir. Şimdi biz anayasadaki bu millet kavramı üzerinde kıyametler koparırken ne yazık ki milletvekili tanımındaki milleti unutuyoruz. Milletvekili tanımındaki aslında o milletin ne olduğunu tam olarak anlayabilirsek belki anayasaya yazılacak olan millet kavramı, anayasada anlaşılması gereken millet kavramı da o olur diye düşünüyorum. Aslında demek istediğim şu: Kişi ilk olarak kendisini hangi kimlikle tanımlarsa tanımlasın ki normal olarak baktığınızda LGBT diye tanımlanan kişinin aslında bir sürü diğer özellikleri var; LGBT alevi de olabilir, Türk de olabilir başka yerde de. Onu bir kimlikle tanınıyorsa ve bu öne çıkıyorsa sırf bu öne çıktı diye beridekinin bu sorunu görmezden gelme, görmeme, reddetme hakkı asla ve asla olamaz; oluyorsa o milletvekili değildir. Bence değildir. Burada da bir özlü sözle tanımlamak istiyorum, bunu da çok seviyorum. Bu hafta da sanıyorum anma haftası Mevlana’nın. Der ki; “İki parmağının ucunu gözüne koy, bir şey görebiliyor musun dünyada? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir. Görmemek ayıbı, göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte”. Şimdi hep diyorlar ya, “Yaşasaydı öyle derdi, böyle derdi…” Mevlana yaşasaydı şu masada otururdu bundan eminim.
Kürtler, Ermeniler, Rumlar gibi eşcinseller de nefret suçunun hedef kitlesidir
Şimdi insan hakları kısmına geldiğimde biraz daha somut konuşacağım çünkü bir süredir partide insan hakları birimiyle çalışıyorum ve tabi insan hakları dediğimizde LGBT hakları da önümüze gelen konulardan biri. Burada üç tane somut şey anlatacağım size. Bir tanesi bu LGBT’ler ile ilgili genel, hani toplumdaki algıyı gösteren bir araştırma ve buradan yola çıkarak başka bir yaptığımız çalışmayı anlatacağım. 2011 yılında “Kimi komşu istemezsiniz?” diye bir araştırma yaptılar. Şimdi; eşcinseller birinci sırada, %84. İkinci sırada AIDS’liler, üçte nikâhsız yaşayan çiftler, işte evli olamayanlar, şeriat yanlıları, Hıristiyanlar diye aşağıya doğru gidiyor. Son sırada da sevmediği partiye oy verenler. Kızları şortla dolaşanlar var, %26. Oruç tutmayanları istemiyor, %20. Göçmenleri, yabancı işçileri istemiyor %39, başka birilerini istemiyor falan. Şimdi eşcinseller %84. Geçen sene bir nefret suçları yasası için bir kampanya çalışmasında bulunduk. Bayağı da yoğun çalıştık. Şimdi orda her gittiğimiz orda nefret suçunun hedef kitlesi kim. İlk akla ideolojik şeyler geliyor, yani nefret suçunun hedef kitlesi işte Kürtler, işte Ermeniler, işte Rumlar, farklı işte şudur budur. Nefret suçunun hedef kitlesi eşcinseller. İdeolojik olmadığı için görmek istemiyoruz sadece, aklımıza ilk gelmiyor. Oysa diğerleri, ben nefret suçunun nefret söyleminin ilk anda adli bir iş olduğunu düşünüyorum. İşin siyasi boyutu belki de bu devletin nefret suçlarını ya da nefret söylemini kullanarak bazı grupları tasfiye etmesi ve ortadan kaldırmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. O yüzden nefret suçu ve nefret söylemi derken bunu ideolojik olmayan ama hedef kitle olan grupları asla unutmamamız gerektiğini düşünüyorum. Bir kere bunu öğrendim bu konuyla ilgili çalışmada.
İlk önce bu “bilinen bayan” ne; iki, “travesti” olmak suç mu?
İkinci sırada: Bir gün önüme bir bonus puan cetveli geldi. Ön büro hizmetler cetveli diye geçiyor. Polisin, bu herhalde gerçek değil dedik. Böyle bir tablo yapmışlar. Polis çeşitli suç işleyenleri toplarken puan alıyor. Yani molotof atanı yakalarsan 2000 puan, işte onu yakalarsan o kadar puan, bunu yakalarsan bu kadar puan. Altta da işte, bilinen bayan yazmış, 10 puan-20 puan; travesti 10 puan-20 puan. Şimdi İçişleri Bakanlığı’na sorduk: “İlk önce bu bilinen bayan ne?” bir, iki “travesti olmak suç mu?” diye sorduk. Yani travestiyi niye topluyorsunuz yani sonuç olarak hani travesti diye yazdığına göre yanına, bir de 10 puan. Demek ki dedik ki alışverişini eden bir travestiyi al götür, ver 10 puanı gibi bir şey. Cevabını merak ederseniz size okuyayım, diyor ki: “Travesti, transseksüel diye tabir edilen şahıslara herhangi bir adli olayla karşılaşmadıkları sürece cezai işlem uygulanmayıp cinsel tercihlerinden dolayı bir sorgulama söz konusu değildir. Ancak otoyollar, ana arterler ve trafiğin yoğun olarak yaşandığı yerlerde trafik güvenliğini tehlikeye düşürme durumlarında travesti olup olmamalarına, cinsel tercihlerine bakılmaksızın ilgili şahıslar hakkında gerekli kanuni işlem yapılmaktadır”. Buna göre bilelim ne kadarlık puan ne gibi suçlara uygulanıyor. Şimdi üçüncü olarak, bizim bir cezaevi komisyonumuz var ve burada çalışan arkadaşlarımızdan bir tanesi cezaevlerinde trans bireylerle görüştü. Orada durum çok trajik. Bununla ilgili bir rapor hazırladı. Yani onlar hapsin içinde daha hapis yaşıyorlar, çünkü erkek koğuşuna koyamıyor, kadın koğuşuna koyamıyor, özel bir koğuş yok. Zindan gibi bir yerlere atılıyor. Sosyal etkinliklerden mahrum tutuluyor çünkü mesela voleybol oynuyor erkekler, onların arasında voleybol takımına vermiyor… gibi gibi. Yani bu hiçbir şekilde şimdiye kadar düşünülmemiş, bununla ilgili de zaten biz bir çalışma yapacağız.
Gerçekçi ol imkânsızı iste, hiçbir şey imkânsız değil!
Hemen son olarak LGBT haklarını savunmanın olanaklarıyla ilgili kısaca birkaç şey söyleyeyim. Biz bunu milletvekili sürecine ilk girdiğimiz günden beri yapmaya çalışıyoruz. Ne yaptık? Aday olduğum dönemde zaten böyle bir talep gelmişti ve bir grup arkadaşımız, diğer partilerden, uğraşıyoruz. İlk anayasa uzlaşma komisyonuna LGBT örgütleri davet ettik. Bu anayasa uzlaşma komisyonunda LGBT örgütlerin nasıl bir anayasa istediklerini anlattı. Nefret suçlarıyla ilgili yaptığımız çalışmalardan söz ettim. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak Tüzük değişmeleri sırasında bunu istedik. Cinsel yönelimin tüzüğe girmesini istedik. Ne yazık ki alınmadı ama bir sonraki aşamada alınacağı sözü verildi. Ama bu Cumhuriyet Halk Partisi’nin örgütlerinde böyle bir yaklaşım olduğu anlamına gelmiyor. Veya olmadığı anlamına gelmiyor, çünkü bir, bizim Bursa’da bir il delegemiz trans bireydir; iki, Beyoğlu ilçemiz ve özellikle il yönetimimizde örgüt düzenli olarak görüşürler. Bizim de zaten örgütlerimizde, hani, bir siyasete nasıl gireriz üzerine hep sorular yöneltirler; eğitimlerine de ben dahil olmak üzere Ercan Karakaş, gitti. Bir de kültür platformumuzun nefret suçlarıyla ilgili bölümünde cinsel yönelim geçer, dokümanında. Bu tip şeyler yapıyoruz. Sanmayın ki kolay, bizim açımızdan da. Çünkü biz bir grubun içinde, 135 kişinin içinde 135 kişi de birbirine çok benzemiyor. Son Che Guevara’nın bir sözüyle bitirmek istiyorum. Der ki, “Gerçekçi ol imkânsızı iste, hiçbir şey imkânsız değil”.