Zaten Uzun Zamandır Tedavi Altındasınız

“Üzgünüm ama hepimiz uzun zamandır şöyle veya böyle tedavi altına alınmış durumdayız. Ama merak etmeyin bilimsel, düşünsel, ahlaki ve hatta ve hatta dini altyapıları olmayan – ki o yüzden mizaha konu oluyorlar – bu zihniyetin başarıya ulaşma şansı yoktur.”

Günlerdir kelimeler boğazımda düğümleniyor, harflere dökebilmenin zorluğunu varın siz hesaplayın. Aileden sorumlu bakan “eşcinseller hasta” demiş, mahalle baskısı diye avaz avaz bağıranlar sanki kafalarına taş düşmüş gibi “bu ne yaavv diye” oraya buraya soruyorlar.” Platon, Michelangelo, Çaykovski, Shakespeare, Foucault, Sokrat, Sappho, Virginia Woolf, Büyük İskender, Gide, Sait Faik, Oscar Wilde, Leonardo da Vinci, Aslan Yürekli Richard, Sezar ve daha binlercesi demiiiii hasta” diye soruyorlar da soruyorlar. Hayretle. Hadi hayretler içinde bir kaç tane de ben ekleyeyim, Murathan Mungan da mı, Ferhan Özpetek de mi hasta. Dinozor Hakkı gibi provokatörce yaklaşanların yanı sıra merkez medya topyekûn eyvahlarda. Ben de izninizle günaydın diyorum onlara. Hem de ne günaydın. Sen yedi yıldır kafanı gömdüğün kumdan şimdi mi çıkardın? Hoş çıkardığın da pek belli değil ya. Hadi onu geçtik Selma Aliye gibi kafaların yetişmesine sen az mı katkı yaptın?
Hatırlayın popçumuz Tarkan, eşcinsel fotoları eşliğinde dünyaca ünlenmeye başlayınca merkez medya ne kadar arkasında durdu. “Türklüğün kahraman figürlerinden Tarkan ismi ibnelikle anılamaz” diye yaygara koparıldığında” ve karşılığında Tarkan annesinden gizli koltuğa işemiş çocuk misali kendini savunmak zorunda kaldığında neredeydiniz. Peki ya Tarkan “Ben Bulgaristan’da tedavi oldum” dediğinde niye “Atma recep eşcinsellik tedavi edilemez” diye itiraz etmediniz.

Peki ya siz medya kalemşorları… Bugüne kadar eşcinsellik oldu mu susanlar siz değil misiniz. Hep üçüncü kişiler hakkında konuştunuz. Onca gey medya mensubuna karşı neden sadece Kürşad Kahramanoğlu tek başına kalıyor. Sizi açık olmaktan alıkoyan ne… Madem eşcinsellik hastalık değil, madem eşcinsellik utanılacak bir eğilim değil, madem Shakespeare bile eşcinseldi, o halde sizi bu kadar gizli olmaya iten ne? Dahası eşcinseller öldürülürken, travestiler öldürülürken, “travesti terörü”, “homo” gibi başlıkları siz atmadınız mı?

Siz değil miydiniz RTÜK başkanının sözlü bir lafı üzerine Huysuz Virjin’e, Aydın’a, Fatih Ürek’e ekranları yasaklayan. Siz değil miydiniz apaçık bir iktidar baskısı olduğu halde, Fatih Ürek’e “Aa demek artık giyim şeklini değişirdin. Bu yeni imajın mı” diye sorup olayı magazinleştiren. Bakın son VJ Bülent Olayı her şeyi izah etmiyor mu aslında. Kaos GL’ye “Son zamanlarda yönetim açık açık bana sakal bırak, giyimini değiştir” diye baskı yapıyordu demiş. Hiç şaşırmadım. Peki baskıyı yapan kim? Gezegen Mehmet’in başında olduğu yönetim. Gezegen Mehmet kimin kankası? Başbakanımızın. (Başbakanımızın kankası da olsa olsa Gezegen Mehmet olur, Fazıl Say olacak değildi ya). Zaten farkında değil misiniz reddedilen yok edilmeye çalışılan prototiplerden arda kalan son örnekti VJ Bülent. Her şey aslında apaçık ortada değil mi. Bu açıklığa rağmen gene siz değil miydiniz “yaa aslında Cem Uzanın arkasında konuştu diye işten atıldı” şeklinde bu karara arka çıkmaya çalışan. Görünürlük anlamında eşcinseller, travestiler önce TV ekranlarından daha sonra da sokaklardan izole edilmeye çalışıldığında siz sahi neyle meşguldünüz? Ergenekon’u sulandırmak ve sahte mahalle baskıları üretmek dışında gerçekten neyle meşguldünüz. Emniyette ortaya çıkan eşcinsellik içerikli haberler için “Emniyette çarpık ilişki”, “Emniyette sapkın ilişki” “Emniyette gey polis skandalı” diye başlık atan Selma Hanım mıydı?

Gazeteci Baki Koşar CNN Türk’ten neden atıldı? Müdürü Çiğdem Anat’a yalan söylemek zorunda kaldığı için. Peki Baki neden yalan söylemek zorunda kaldı. Çünkü Baki “hastaydı” ve CNN Türk’te bir hasta çalışamazdı. O yüzden hastalığını sakladı. Evi hastalığını paylaşan biri tarafından soyulunca kurumundan gerçeği saklamak zorunda kaldı. Baki öldürüldükten sonra bu olayı hatırlatanlara Anat, “Biz Bakiyi cinsel kimliğinden ötürü değil, bize yalan söylediği için kovduk” diyecekti. Oray Eğin de soruyordu: “Sanki Baki size gerçeği söylese gene kovmayacak mıydınız? Niye size yalan söylemek zorunda kaldı” diye soracaktı. Demek ki siz de eşcinselliği hastalık olarak görüyormuşsunuz ki Baki de bunu sizden saklamak zorunda kalmış. Hadi bunları geçtik cenazesine kaçınız gittiniz?

Ve tabi ki CHP. Sayın Sevigen Kavaf hakkında soru önergesi vereceğine, dönüp de kendi partine bak. Neden sadece BDP’nin programında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibareleri var? Siz bu kadar eşcinselleri düşünüyorsanız neden programınıza onların sorunlarını almadınız? Uzun zamandır iflas etmekte olan bir paradigmaya militarist şekilde arka çıkmak dışında, demokrasinin o olmazsa olmazı bireysel hak ve özgürlükler noktasında ne tür bir proje sundunuz bu toplumun eşcinsellerine dahası bu toplumun tümüne. O yüzden sen gidip Kavaf hakkında soru önergesi vereceğine, git önce “Ergenekon ruh hastası eşcinsellerin uydurmasıdır” diyen milletvekilini disiplin kuruluna sevk et.

Peki ya o kayıtsız şartsız savunduğunuz TSK’nın eşcinsellere yönelik çağdışı uygulamasına ses çıkarmayan kimdi. Selma Aliye Kavaf mıydı?

Sözün özü aslında sayın bakan yeni bir şey söylemiyor ki. Zaten uzun zamandır AK Parti iktidarı eşcinselleri ve farklı cinsel kimlikleri tedavi altına almış durumda. Uygulama ve icraatları bunu gösteriyordu. Bakanın yaptığı ise sadece bunu sözle tasdik etmek. Üzgünüm ama hepimiz uzun zamandır şöyle veya böyle tedavi altına alınmış durumdayız. Ama merak etmeyin bilimsel, düşünsel, ahlaki ve hatta ve hatta dini altyapıları olmayan – ki o yüzden mizaha konu oluyorlar – bu zihniyetin başarıya ulaşma şansı yoktur. Tek yapabildikleri korku imparatorluğu üzerinden insanları sindirmek. İkna etmeye çalışıyorlar uzunca bir zamandır hepsi bu. Bu yüzden ikna odaları oluşturmaktalar. Takkiye yapıp ikna oluyorsan ne ala. Ama direttin mi sonun en basitinden VJ Bülent gibi olur. Çünkü onlar da bir dönem “ikna odalarından” geçirilmeye çalışılmış – dahası çoğu takkiye bile olsa ikna olmuş – bir zihniyetin temsilcileri. Dün onların giremediği, yer yer hala giremedikleri kapılar dururken, ellerine geçirdikleri başka kapıları bu kez kendileri eşcinsellerin yüzüne kapatmaktalar. Ne hazin ama, değil mi?

Tekrar etmek gerekirse, bilimsel, düşünsel, ahlaki ve hatta ve hatta dini altyapısı olmayan bu zihniyetin başarıya ulaşma şansı yoktur, olmamalıdır. Tek umudumuz bu sakat zihniyetin acilen Türkiye toplumunun hâlâ var olduğunu umut ettiğimiz demokratik refleksine çarpıp bir daha ortaya çıkmamacasına dağılmasıdır. Çünkü unutulmamalıdır ki, bu “sakat” zihniyeti iktidara getiren de yine o demokratik reflekstir. O refleks, daha fazla bireysel hak ve özgürlükler için daha demokratik bir toplum için gösterildi, eşcinselleri “hasta olarak” damgalayıp ikna odalarına alman için değil. İşte bu yüzden bu zihniyetin başarıya ulaşma şansı yoktur. Yeter ki siz ikna olmadığınızı cesaretle sonuna kadar gösterebilme gücüne sahip olun.

Buradan hemen “ama Fatih Ürek, Aydın ikna olmuş gibi yapıyor” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız, ama zaten ben onlara değil size sesleniyorum.

Travesti ve Üniversiteli

Üniversiteye başladığında erkekti, sonra içindeki kadını keşfetti. Feminist transseksüel Sema, erkek yurdunda kalan bir kadına, etek giyen bir erkeğe indirgenmek istemiyor. Onun bütün bedeni bir siyasal simge; o üniversitede başka bir varoluş mücadelesi veriyor

Bugün sokağa çıktığımda yine her zamanki gibi bütün insanlar bana bakıyordu. Durakta çocuklar bana ‘Abla Allah seni sevdiğine kavuştursun’ deyip gülüştüler. Yanımdan geçen bir çift ‘Tırrrooo’ diye bağırdı. İki üç tane ‘delikanlı’ da arkamdan ‘Abiiiiii abiiiiiii, baksana, sen kız mısın erkek misin?’ dedi. Bunun yanında ‘İyi sabahlar hanfendi’ ya da ‘Aşkım, nasılsın?’ diyen, önümden geçerken bacağıma çimdik atıp gülen ya da yanımda bir kadın arkadaşım varken ona ‘Baksana, bu senden daha güzel’ diyenler de oldu. Hemen hemen herkes bir dürtüşme halindeydi; ‘Baksana, baksana’ deyip birbirlerine beni gösteriyorlardı. Birkaç arkadaşımla karşılaştım, ‘Abi nasılsın yaa?’ dediler. Alışkanlık herhalde… Haa, bu arada durakta beklerken otobüsten fotoğrafımı çekenler oldu. O arada bir adam bir şeyler sordu, diğer bir tanesi de yaklaşıp ‘O seni rahatsız mı ediyor? Gel seni Eminönü’ne götüreyim oradan taksiye biner gideceğin yere gidersin. Bir tost ısmarlarım, hem orda bizim işyeri var’ dedi. Otobüste yanıma oturan teyze ise gözlüklerini indirip bana baktı ‘Eşşşşhhedüennnaa…’ deyip pofurdandı.”

Geçen yılki Onur Yürüyüşü’ne dair yazdığı yazıya böyle başlamıştı Sema. Tarzı bu; ince tespitler, kara mizah… O gün topuklu ayakkabılarını takırdatarak çıktığı sahnede, tam da bunu kullanarak bütün salonu 15 dakika boyunca nasıl kilitleyebildiğini gözlerimle gördüm.
Boğaziçi Üniversitesi Eleştiri ve Kültür Araştırmaları Yüksek Lisans Programı’nın, ilkini 2004’te düzenlediği ‘Queer, Türkiye ve Kimlik’ konferansının ‘transgender’ temalı ikincisi geçen hafta yapıldı. İşte Sema, oradaki konuşmacılardan biriydi. Mevzu ‘Üniversitede trans olmak’… Daha sonra birlikte dışarı çıktığımızda Boğaziçi Üniversitesi’nin arnavutkaldırımı taşları arasına topukları girmesin diye seke seke yürürken, o sırada aslında çok heyecanlı olduğunu itiraf etti. Ama bence sahnede bunu hiç belli etmiyordu.

Bir transseksüelin okul hayatı nasıldır? Erkek yurdundan sabahları etekle çıkmak neye benzer? En kör gözüne hakaretten, en imalı ayrımcılığa sınıf arkadaşları nasıl davranır bir transseksüele? Okuldan içeri nasıl girer, dışarı ne halde çıkar? Konferans programında Sema’nın ‘Üniversitede trans olmak’ başlığını gördüğümde, bütün bedeni siyasal simge haline gelmiş bir insanın okul hayatı canlandı gözümde. Sema çok daha fazlasını anlattı,

Reçete: Mastürbasyon
23 yaşında; ailesinin mavi nüfus kağıdına yazdırdığı isim başka, kendisinin seçtiği isim Sema. Okumak için evden ayrıldığı lise yıllarından beri erkek yurdunda kalıyor. Ta ki geçen sene birkaç arkadaşıyla eve çıkana kadar… İstediği üniversitenin istediği bölümüne girecek kadar çalışkan bir öğrenci olmuş hep. Çocukluğunu şu kelimelerle tarif ediyor: Uslu, kendi halinde, annesinin sözünü dinleyen, büyümüş de küçülmüş, zeki, ahlaklı… O kadar ki, komşuları bir yere giderken kızlarını ona emanet edermiş, başlarına bir iş gelmesin diye…
Bir gün kendi efendiliğinden sıkılıyor, bu ideal evlat modelinin arkasında aslında hiçbir zaman gerçek fikrini söylemeyen ya da yalana sığınan bir insan olduğunu fark ediyor. İçinde başka şeyler oluyor.

16 yaşında ailesine ilk kez cinsel yöneliminden söz ettiğinde ortalık karışıyor tabii ki. O dönem maaile bir psikiyatriste taşınıyorlar sürekli. Bu uzman kişi, kadın fotoğraflarına bakıp mastürbasyon yapmasını önerdiğinden, aile de oğullarının bir şekilde erkekliği öğreneceğine inanıyor. Telkin telkin üzerine… Bir süre bu konuyu hiç konuşmuyorlar.
20 yaşına geldiğinde ailesiyle ikinci bir konuşma yapma ihtiyacı duyuyor. Çünkü Sema erkekliği öğrenmek istemiyor. Bu kez suçlamalar başlıyor. O efendi çocuk artık asi, artık dik kafalı…

Hararetli bir dönemden sonra Sema’nın ailesiyle arası şu ara sakin. Onları görmeye giderken, bir köşede duran erkek kıyafetlerini giyiyor, küpe takmıyor, ruj sürmüyor. Yürüyüşü, oturuşu kalkışı kendi tarifiyle ‘zırıl zırıl kadınken’, o ailesi öyle istediği için görüştüklerinde erkeği oynuyor. Bu o kadar da kötü gelmiyor Sema’ya. “Hepimizin birkaç yüzü var, onlar bir tanesini görmeyi tercih ediyor. Ben de buna saygı duyuyorum. Herkesle mücadele edebilirsin ama aileye karşı her zaman kavgacı olamıyorsun” diyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde hemen herkes onu tanır, bilirken, lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüellere (LGBTT) dair türlü etkinlikte ön planda yer alırken bu söyleşinin fotoğraflarında yüzünü göstermemesi sadece ailesi yüzünden. Cinsel kimliğinden utandığı için değil, sürdürülebilir bir noktaya oturttuğu ilişkilerini bozmaktan imtina edişinden…

Trans şablonu
“Üniversiteye girdiğimde erkektim. Burada hem kadın hem erkek oldum, kadın oldum” diyen Sema, okulun ilk yılını çok sakin olarak hatırlıyor. Hem üniversiteyi, hem hayatı, hem de kendini keşfettiği bir süreç…

Önceleri sadece çok yakın arkadaşlarının bildiği bir gerçeği, üç yıl önce apaçık yaşamaya başlıyor, “Ben transseksüel bir kadınım” diyor ve böyle yaşamaya başlıyor. Okulun Folklor Kulübü’nde bir dansçı olarak, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde kadınlarla birlikte sahneye çıkabilmenin ona çok iyi geldiğinden söz ediyor. Artık feminist bir transseksüel olarak tanımlıyor kendisini.

Bu arada fotoğraflarda göremediğiniz bir detaydan söz etmek lazım. Onu ayrıştıran bir özellik olduğu için bunu yapmak lazım. Sema, kadınlık onu gerektirir diye çıkan sakallarını illa kesmek zorunda hissetmiyor kendini. Canı çektiğinde kırmızı ruj sürüyor ama ortalıkta üç kat sahne makyajıyla dolaşmıyor. Saçlarını uzatmıyor, hayır fotoğrafta gördüğünüz gibi mor perukla da dolaşmıyor. Ama buna karşılık canı çektiğinde mini bir etek ya da file bir elbise giyebiliyor. Bu durum bazı transseksüel arkadaşlarından da tepki almasına yol açıyor. Onu yeterince makyaj, ağda yapmamakla, ‘yeterince kadın’ olmamakla suçlayan trans arkadaşları var.

Sema’nın bu şekilde transları marjinalleştirdiği kanısındalar. O bunun da bir şablon olduğu görüşünde: “Hepimizin kafasında belli kadınlıklar, erkeklikler var. Bunun yansıması transseksüeller arasında da oluyor, ikili cinsiyet kodları üzerinden yaklaşabiliyorlar. Bu da bir trans şablonu.”

Diğer üniversitelerde durum ne?
Sema, okulda dik bakışlara, laf atmalara, arkasından yükselen alkışlara alışmış. Öğretim kadrosundan kimseden doğrudan negatif bir tavır görmediğini söylüyor. Bunda görece liberal bir üniversitede öğrenci olmasının payı büyük. Bilgi Üniversitesi’nde, Üniversitesi’nde çeşitli platformlarda bir araya geldiği başka transseksüel kadın ya da erkek arkadaşlarının olduğunu, yaşam koşullarının, okulların özgün konumlarına göre değiştiğinden bahsediyor. Bazı üniversitelerde transfobi yüzdesi kesinlikle daha yüksek. Kapıdan giriş kimi okullarda zaten herkes için problem.

Birçok üniversitede LGBTT öğrencileri buluşturan bir platform zaman içinde kendiliğinden şekillenmiş. Boğaziçi Üniversitesi’nde Sema’nın da içinde yer aldığı Lubunya, Üniversitesi’nde Radar, Bilgi Üniversitesi’nde Gökkuşağı, Sabancı Üniversitesi’nde Cins Kulüp, ODTÜ’de LGBTT Dayanışması, kimi zaman düzenledikleri konferanslar, kimi zaman çıkardıkları fanzinlerle, meramlarını anlatabilmelerine zemin oluşturuyor. En azından yalnızlıkları azalıyor, ayrımcılıkla mücadelelerinde daha güçlü hissediyorlar.

Sema, üniversite bahçesinde selamsız, ‘Naber’siz yürüyemeyenlerden. Seveni çok… Hatta konferanstaki konuşmasında ilk cinsel tecrübesini yaşayan bir kadın arkadaşının birtakım dertlerini ona açmasından söz etti. “Benim bir vajinamın olmadığını unutabiliyor arkadaşlar. Zaten bana bir şeyler sorduklarında. İstersen git kukusu olan birine sor diyorum”.

Kıyafetler arkadaş annelerinden
Yakın çevresini zaten onu anlayanlardan kurmuş, arkadaşlarının bilhassa da arkadaşlarının ailelerinin desteğini anlata anlata bitiremiyor. Ona ilk eteği yılbaşı çekilişinde feminist bir arkadaşı almış. O da ona atkı örmüş zaten. Ondan sonra elbiseler, ayakkabılar, küpeler arkadaşlarının annelerinden Sema’ya akmaya başlamış.

Mizacı gereği ekseriyetle komik hikâyeler anlatıyor hep. Yalnız kaldığımızda, insanları bu hikâyelerle güldürürken içten içe üzülüp üzülmediğini soruyorum. Her biri o kadar trajik ki… Ama yok, güldürmeyi seviyor, bu ona göre anlaşılmanın bir işareti. Ama hayat öyle sit-com tadında da akmıyor. Yurtta kaldığı dönemde oda arkadaşlarıyla yaşadığı sorunlar mesela… Bir gün odasına geldiğinde duvarlardaki bütün posterlerin indirildiğini görüyor. Yurt müdürü odasına çağırıyor ve ‘bu halinin’ oda arkadaşlarını zan altında bıraktığını söylüyor. Mesele Sema değil yani; aman kimse oda arkadaşları hakkında ‘kötü’ düşünmesin… Rektörlüğe yazılan yazılar ve protestolarla oda arkadaşları başka bir yere sevk ediliyor.

Kadınlaştıkça erkekleşmek
Dışarıdaki dünya malumunuz daha acımasız. Çok kez taciz edilmiş, hatta tecavüze yeltenenler olmuş. Sema’nın bir cümlesi çok güzel özetliyor bu süreci: “Kadınlaştıkça erkekleşmek zorunda kalıyorum. Çünkü sürekli kendimi korumak durumundayım.”
Son derece keyfi, transfobik tepkiler de var. Örneğin geçenlerde gittiği bir rock barda, sadece tişörtünün omuzları açık diye biri yanına gelmiş ve “Lütfen üzerinizi başınızı toparlar mısınız? Burası bir rock bar” demiş. Sanki aile çay bahçesi… Zaten ‘eğlence mekânlarında trans olmak’ diye bir başlıkta da konuşabilirmiş. Örneğin bir transseksüel olarak etek giydiğinde gay barlara alınmıyor. Lezbiyen barlardan çevrilmesinin nedeni kadın olmaması. Zaten öyle özelleştirilmiş mekânlardan da hazzetmiyor. Herkesin gittiği yerlerde de en hafifinden ters bakışlar, fısıldaşmalar var. Bu tür tepkileri kafasına çok takmıyor ama özgüven kırıcı buluyor Sema. “İşaret edilen bir beden olmak seni politikleştiriyor” diyor, sadece kendisi gibi olmanın peşinde olduğunu söylüyor.

‘Bana cesur demeyin’
Tamam, ortada bakışlara, sözlü ya da fiziksel her tür tacize rağmen hem sakalıyla hem eteğiyle, ojesiyle gezen biri var. Üstelik operasyon istemiyor; hayali bir ameliyat masasında ‘kadın’ olmak değil. Ama bu varoluş şeklini cesur bulanları anlamıyor Sema. Olmak istediği başka bir hal, başka bir seçeneği yok. Bu yüzden de Sema olmakta bir cesaret göremiyor. “Ben başörtüsü için mücadele eden bir kadından daha cesur değilim. Böyle bir varoluşum var, böyle bir hayat yaşamak istiyorum. Beni cesur bulursanız, yalnızlaştırırsınız, objeleştirirsiniz”. İşte o zaman sadece ‘etek giyen bir erkeğe’ indirgenir Sema.

Peki sonra ne olacak diye soruyorum Sema’ya… Mezun olduktan sonra, bir iş görüşmesine gittiğinde? Her şeye rağmen üniversite hudutlarında sürdürebildiği bu hayat, ‘dışarıda’ ne kadar törpülenmek, eğilmek, bükülmek durumunda kalacak? Her sorduğuma kendinden emin bir ifadeyle anında cevap veren Sema, ilk kez birkaç saniye düşünüyor. “Tabii ki çok zor. Düşünmemeye çalışıyorum, şu anda gerçekten ne yapacağımı bilmiyorum” dedikten sonra bir sessizlik arası daha… “Ama korktuğum anlamı da çıkmasın. Korkmuyorum. Burada da sorunlarım var. Hayatımda sorunlar devam edecek. Ve ben o yeni sorunlara göre politika üreteceğim.”

Teybi kapatıp ‘Artık gitsek’ dediğimizde, Sema topuklu ayakkabılarını çıkarıp düz spor pabuçlarını giyiyor. Yolda aklıma takılan bir şeyi, tuvalette rahatsız edici tepkilerle karşılaşıp karşılaşmadığını soruyorum. “Hangisi boşsa ona giriyorum” diyor gülerek, “Kimse de bir şey diyemiyor”…