‘Travestiyi oynamak zor!’

Ayta Sözeri’yi birçok dizide, tiyatroda izlediniz. Son olarak ‘Güneşi Gördüm’de bir travestiyi canlandırdı. İşin sürprizli yanıysa onun transseksüel olması…

İsmi Ayta Sözeri. Kendisine seçtiği isim bu, evvelki adını bilmiyoruz, sormadık. Sokakta görüp, ‘tehlikeli’ belleyip iki adım gerisinde kalmayı seçebileceğiniz ‘cinslerden.’ Transseksüel. Oyuncu. Şarkıcı. İzmirli ve Ege Üniversitesi İşletme mezunu. Çok matrak, bir saatlik vakitte kendiyle de, hemcinsleriyle de, sizinle de çok güzel geçiyor dalgasını. Sokakta gördüğünüzde içinizden geçirdiğiniz gibi bedenini değil, sesini ve oyunculuğunu satıyor. Seks işçiliği yapmak zorunda kalmayan, Türkiye’deki tek tük şanslı ‘trans’tan biri…

Onu nerede mi bulduk? Aslına bakarsanız, Levent Kırca Tiyatrosu’nun ‘Toros Canavarı’ndan, popüler diziler ‘Hayat Bağları’, ‘Dadı’, ‘Dudaktan Kalbe’, ‘Arka Sokaklar’a kadar hemen her fırsatta çıkıyormuş karşımıza. Ama çoğu kez, kendisinden beklenen ‘sokaktaki transseksüel’ yerine, sıradan kadın rollerinde oynadığı için fark etmemişiz belli ki… Klişeleri tekrar eden, hikâyesi olmayan hiçbir trans rolünü kabul etmiyor. Ayta Sözeri’yle ‘Güneşi Gördüm’deki transseksüel Tuana rolü vesilesiyle buluştuk. Türkiye’de transseksüel olup oyunculuk yapmak nasılmış, dinledik…

Özgeçmişinizde ‘Karakteri olmayan hiçbir transseksüel ve travesti rolünü kabul etmiyorum’ diye bir ibare var. Size çoklukla bu roller mi teklif ediliyor?
Benim için en zor olan bir travestiyi veya transseksüeli oynamak. Karakteri olmayan derken kastettiğim, çok kötüyü oynayanlar… Burası Beyoğlu ya, muhakkak bir travesti olmalı ama o mutlaka kavga ediyordur, ya birisini kesiyordur, ya pazarlık yapıyordur… Cinsiyet olarak hepimiz aynıyız; sokaktaki de, ben de, Bülent Ersoy da. Ama yaptığımız işler, olduğumuz yerler farklı. Sonra düz roller oynadım; hapishane müdiresi, mahkûm kadın, şarkıcı kadın. Onları oynayınca da birden travesti rolü gelince tuhaf hissettim. Aslında transseksüelim ama öyle değilim. Öyle olmamak için mücadele ettiğimden, onu oynayamayacağınızı düşünüyorsunuz.

Hep seks işçisi rolü mü gelir transseksüel bir oyuncuya?
En rahatsız olduğum konu bu. Devlet kurumlarında, hastanede, poliste ‘Ne iş yaptığınız belli’ diye karşılanıyorsunuz. Ev tutmaya kalktığımda, söylerken utanıyorum ama “Ben oyuncuyum, Levent Kırca Tiyatrosu’nda oynuyorum” diyorum. Adam bakıyor, ‘Hadi ya!’ falan… Ama gerçekten oynuyorum amca ben!

Bu kararın ardından kariyerinizde istediğiniz gibi ilerleyebildiniz mi?
Çok çok iyi dizileri geri çevirdik, sadece bir replik için; ‘Ne bekliyordun, ben erkeğim!’ Ben böyle bir şey demem. Çünkü değilim. Hayatta en çok olmak istediğim şey erkek. Bir Mahsun Bey’in (Kırmızıgül) filmi ‘Güneşi Gördüm’de oynadım. Ki orada bana “Bu karakterleri senin yaratmanı istiyorum” dedi. Travestiyi oynayacak arkadaşlara danışmanlık yaptım. Mahsun Bey’le senaryoda düzeltmeler yaptık. Sonrasında “Filmin bir yerinde ol, Tuana sen ol” dedi Mahsun Bey.

Size ne ifade etti filmdeki transseksüel hikayesi?
‘İçindekileri tatmin edebildin mi?’ dersen, herhalde bir filmin tamamen bize ait olması gerekiyor ki içimdekileri tatmin edebileyim. ‘Güneşi Gördüm’de şunu görebildiğim için mutluyum; “Bizim hayatımız bıçak sırtı. Bir gün ayağın kayar, düşersin” diyor, “Tabii gel, sana bakarız” demiyor. Böyle bir şey yok zaten. Son cümle, benim de Allah’a soracağım cümle. Niye ben? Ne hata yapmış olabiliriz ki?

Kaç yıldır oyunculuk yapıyorsunuz?
Hep şarkı söylemek istedim. Ortaokulda koroya kabul edilmeyince tiyatro seçmelerine girdim. Müzik öğretmenini oynadım. Lisede Yeni Asır gazetesinin düzenlediği Liselerarası Tiyatro Şenliği’nde de en iyi erkek oyuncu ödülünü aldım, hem de babayı oynarak! Ama ‘Oyunculuğa nasıl başladın?’ diye sorarsan… Hayatım boyunca oynadım. Önce ne olduğumu kabul etmemek için kendime oynadım. Ortaokulda ne olduğumu anladığım vakit, aileme erkeği oynadım, benimle birlikte aileme oynayan kız arkadaşlarım oldu. Şimdi sokakta kadını oynuyorum. Bugün gelirken sana nasıl oynayacağımı düşündüm.

Ailenize ne zaman açıldınız?
Lise 1’e geçmek üzereydim. Anneme söyledim, “Doktora mı gideceğiz, ne yapacaksak yapalım” dedim. Keşke söylemeseydim, hayatımda en çok psikiyatrı o zaman gördüm. “Hazır olun, çok zeki bir çocuğunuz var, günü geldiğinde kadın olacak” dediler. Bende de bir fevrilik, evden ayrılmalar, tek başına yaşamaya çalışmalar… Annemi göremedim, o çok kötüydü. Şimdi görüşüyoruz ailemle. Babam “Okuyamayacaksın!” diye bağırmıştı. İyi ki bağırmış, okudum. Ege Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdim.

Sıradan bir oyuncunun yaşamadığı neleri yaşar transseksüel bir oyuncu?
En korktuğu, sette çocuk olmasıdır. Kimsenin söyleyemediğini şakkadak söyler; ‘Sen erkek misin abla?’… ‘Hayır, değilim’… ‘Niye sesin öyle?’… ‘Ama ben çok sigara içiyorum!’… İkincisi bakışlar. Şarkı söylediğim için sahne rahatlığım var, bundan dolayı zorluk yaşamadım. Ama arkadaşlarım derlerdi ki, ‘Otele almıyorlar, sinemaya gidemiyoruz.’ Arkadaşları oynuyor, kendileri oynadı figürasyonda, sinemalarda izleyemiyorlar. Hayatın içinde daha zorlarını yaşadığınız için, sette çok problem yaşamıyorsunuz.

Eğlence sektörü dışında ne iş yapabilir bir transseksüel Türkiye’de?
Eczacı bir arkadaşım var. Mihriban diye bir arkadaşım var, İzmir’de Remzi Kitabevi’nin sahibi. Mücadele edersen olur. Ama aralarında bir dönem zorunlu seks işçiliği yapmış insanlar da var.

Siz seks işçiliği yapmak zorunda kaldınız mı?
Kalmadım, Allah’a şükürler olsun.
‘Mavi kimlik veren utansın!’

Daha geçen hafta Ankara’da transseksüel Melek öldürüldü. ‘Yine bir transseksüel cinayeti’ cümlesini okuduğunuzda ne hissediyorsunuz?
Bu nasıl bir vahşettir! Transseksüel olduğunu unut, bir köpeğin başını kestiğini düşün! Elif’in başını kesmişlerdi. O haberi görürsün ama katilin yakalandığı haberini görmezsin. Bu biraz daha rahatlatmaz mı insanları?
Ya da karşısındaki insanları korkutmaz mı?

Bir eşcinsel, transseksüel, travesti örgütüyle iletişiminiz var mı?
Hiçbir dernekte aktif rol almadım. Elimden geleni yapıyorum, onların beni bulmasını isterim. Sempozyum düzenliyorlar, ‘Ayta Sözeri diye bir oyuncu arkadaşımız var, iki cümle kursun’ denmez mi?

Mücadele veren transseksüellerin yaptıklarının yeterli olmadığını mı düşünüyorsunuz?
Yürüyorlar; ‘Eşcinsellik engellenemez, eşcinsellik vardır.’ Var olduğunu herkes biliyor, bakkalım Hüseyin Efendi de biliyor, “Guy mudur, gay mıdır onlardan var” diyor.

Ne yapmak gerekiyor?
Bir kere oy vermek gerekiyor. Hiçbir transseksüel, travesti arkadaşım oy vermiyor. Varsın o oylar denize dökülsün. O damgayı vurmanın huzurunu yaşa. Sadece polis baskınında  750 travesti yakalanıyorsa kaç kişinin oy atacağını düşünün. ‘Utanıyoruz, kimliğimiz mavi’ diyorlar. Sen niye utanıyorsun? O kimlik mavi olduğu için, hâlâ seni kabul etmediği için görevli utansın.
Röportaj: Bahar Çuhadar

Bu ülkede eşcinselin de adı yok!

Önce gey hakemin haklarını tartıştık, sonra da polis teşkilatının içindeki eşcinsel ‘unsur’ları. Konu, “eşcinsel istihdamı” olunca ilgili kurumların ve kişilerin ağzını bıçak açmıyor.

Eylül ayında, New York’ta lezbiyen, gey, biseksüel ve transseksüellere yönelik bir kariyer fuarı düzenlendi. Sloganı “Çalışmak için açıkla (Out to work)” olan fuarda tam 41 şirket ‘çeşitliliği (diversity)’ desteklediğini cümle âleme ilan etti. Organizatörlüğünü Gay Center ve Greenwich Village – Chelsea Ticaret Odası’nın üstlendiği fuarın sponsorlarından bazıları ise şöyle sıralanıyordu: Johnson & Johnson, Novartis, Pfizer, PepsiCo…

Şimdiye kadar bu fuar sayesinde kaç kişinin işe alındığı net olarak bilinmese de etkinliğin eşcinsel ve transseksüellerin istihdama katılmaları noktasında atılan ciddi bir adım olduğu kesin. Dünyanın pek çok ünlü şirketinin önde gelen markalarıyla destek verdiği bu organizasyonun gerçekleşebilmesinde Amerikan kültürünün çeşitliliğinin yanı sıra ülkenin hukuk sisteminin de etkili olduğu aşikâr. Bu ülkedeki yasalara göre iş görüşmelerinde işveren, hiç kimseye cinsel kimliğini soramaz, işe alımlarda cinsel yönelime göre karar veremez, işten çıkartmalarda eşcinsellik bir kriter olarak kullanılamaz. Çünkü tüm bunlar, doğrudan ayrımcılığa girer ve insan haklarıyla bağdaşmaz.

ABD, gey nüfusun toplumun her alanında aktif rol alabilmek, haklarını savunabilmek ve daha insanca bir yaşama kavuşabilmek için ciddi mücadele verdiği ülkelerin başında geliyor. Bu yüzden de tüm dini, milli ve ırksal azınlıklar gibi geyler de burada pek çok ülke vatandaşına göre göreceli olarak daha iyi konumda. 2005-2006 yıllarını kapsayan bir araştırmaya göre Amerika’da 8.8 milyon gey var. Bu rakam yaklaşık olarak ülkenin toplam nüfusunun yüzde 3’üne denk geliyor.

Eşcinsellerin sayısı ve nüfusa oranları konusunda kesin veriler yok. Bu konu üzerinde çalışan Epstein’in “A Queer Encounter: Sociology and The Study of Sexuality (Eşcinsel Mücadele: Cinselliğin Sosyolojisi)” adlı makalesindeki verilere göre dünyadaki erkek nüfusunun yüzde 37’si gey. Ancak bu rakama hayatında en az bir kere eşcinsel deneyim yaşamış kişiler de dahil edilmiş. Yine de oldukça abartılı bir rakam gibi gözüküyor.

İki milyon eşcinsel
Şimdi odağımızı yenidünyadan eskiye, Avrupa ve Orta Doğu eksenine çevirelim… İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad’ın açıklamalarından biliyoruz ki bu ülkede eşcinsellik diye bir ‘sorun’ olmadığı için gelelim Türkiye’ye…

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi ve Uluslararası Lezbiyen ve Gey Birliği (ILGA) eski Genel Sekreteri Kürşad Kahramanoğlu’nun hesabı da biraz ‘kabarık’ gözükse de bu konuda yetkin bir ağızdan geldiği için üzerinde konuşmaya değer: Türkiye’de ‘tahminen’ yedi milyona yakın eşcinsel olduğunu belirten Kahramanoğlu, transseksüel ve travestilerle birlikte bu rakamın 10 – 15 milyona yaklaştığını iddia ediyor. Biz yine de ABD’nin yüzde 3’lük oranını alır Türkiye’ye uyarlarsak, yuvarlak hesap iki milyonluk bir eşcinsel azınlıktan bahsediyoruz demektir ki, hiç de küçümsenemeyecek bir rakam!

Oysa ülkemizde cinsel yönelimi nedeniyle bir türlü maç yönetme görevi alamayan futbol hakemi Halil İbrahim Dinçdağ ile başlayan “eşcinsellik ve iş dünyası” eksenli tartışma, tırmanarak devam ediyor. Konu, futboldan sonra polis teşkilatı içindeki eşcinsel eğilimlerin ve ilişkilerin ortaya çıkmasıyla kamuoyu gündemine iyice oturmuş oldu.

Erzincan, Karabük ve İzmir polis teşkilatlarında, eşcinsel ilişkileri saptanan bazı memur ve yöneticiler ya işlerinden oldular ya da açığa alındılar. Bu skandalların ardından kafalarda pek çok soru işareti kaldı. Görevi kötüye kullanmak ve iş yerinde cinsel istismarla, eşcinsellik yüzünden işinden olmak/işe alınmamak arasında büyük fark olduğu kesin. Ancak kamuoyu bu kararların arkasında gey fobisi mi yoksa disiplin suçlarımı var tam bilmiyor.

Türkiye’de eşcinsel polisler hakkında disiplin işlemi yapılırken merkezi Londra’da bulunan Gay Police Association (Gey Polis Birliği) üyeleri kimliğini gizlemekten hiç çekinmiyor. Hatta başkan ve yönetim kurulu üyeleri gey ve lezbiyenlerden seçilen bu birlik, bütün AB ülkelerinde de temsil ediliyor.

Cinsel kimlik ve iş dünyası
İşte tüm bu gelişmeler, gözleri, Türkiye’deki eşcinsellerin istihdam sorunlarına çeviriyor. Türkiye’de eşcinsel olup da hakem, polis, öğretmen veya asker olmak ya da banka gibi bir finans kuruluşunda, büyük sanayi şirketinde vs. çalışmak oldukça zor. Toplum eşcinsellerin yalnızca moda, medya, reklam, iletişim gibi dallarda ve ancak sanatın bazı alanlarında varlık göstermesine ‘tahammül’ edebiliyor. Bu tür bir cinsel yönelimi, ‘hastalık’ olarak nitelendirenlerin ve eşcinsellerin yakınında bile olmasına tahammül edemeyenlerin sayısı da hiç de azımsanamayacak düzeyde.

Oysa gelişmiş ekonomilerde ‘çeşitlilik (diversity)’ üzerinde ciddiyetle durulan bir kavram. Araştırmalar ve iş dünyası pratiği gösteriyor ki bugünün şartlarında başarılı olabilmenin yolu, çalışan çeşitliliğini artırarak geniş bir yetki ve yetenek setiyle rekabet etmekten geçiyor. Söz konusu çeşitliliğin içine –elbette- eşcinsel iş gücü de dâhil.

Görmezden geliniyor
Bu tablo her yerde karşımıza çıkıyor. Eşcinsellerin iş yaşamındaki yeri konusunda görüşüne başvurduğumuz şirket yöneticilerinden yanıt almamız bile mümkün olmadı. “İş yoğunluğu”, “aşırı hassas konu”, “azınlık uygulamalarımız yok” tarzında bahanelerle “haberimizde yer almak istemediklerini” belirttiler.

Bir de en çok karşılaştığımız cevap, “bu konuda görüş verebilecek kişi şu an yurtdışında” oldu. Ne yazık ki aralarında çeşitlilik politikalarıyla övünen ve New York’taki fuarı destekleyen/katılan çokuluslu şirketler de var: Johnson & Johnson, Novartis, PepsiCo, Pfizer ve IBM Türkiye ofisleri bu şirketlerden sadece birkaçı.

Homofobik patronların bahanesi kriz
Peki Türkiye, eşcinsel işgücü açısından hangi noktada? Türkiye’de eşcinsel yönelimi olduğunu saklayanlar çoğunlukta olsa da bu konuda açık davrananlar da yok değil. Saklamak kadar söylemek de eşcinsellere acı veriyor. Zira patronların ve çalışma arkadaşlarının aşağılayıcı tavırları ve ezici bakışları altında mesai sürdürmek oldukça zor. Ancak herkes gibi onlar da yaşamak için çalışmak zorunda. Bu yüzden de pek çok aşağılayıcı söze kulaklarını tıkamak durumunda kalıyorlar.
Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği’nin (Kaos GL) websitesinde yayımlanan bir habere göre yaşayan 29 yaşındaki N. Efes rumuzlu bir eşcinsel, iş yerinde herkese gösterilen saygıdan mahrum kaldığını anlatıyor: “Sokaktaki yabancının dahi gösterebileceği bir saygı görmüyorum. Müşterilerin yanında küçük düşürülüyorum. Başarım baltalanıyor.”

Ekonomik kriz ise eşcinsellerin iş yerindeki mevcut durumlarına tuz-biber ekmiş durumda. Çünkü işe aldığında karşısındaki kişinin eşcinsel olduğunu bilmeyen patronlar, bu gerçeği öğrendiklerinde ya da fark ettiklerinde krizi bahane ederek ilk onların işine son vermekte gecikmiyor. Yine Kaos GL’de yayımlanan röportajda, dokuz yıldır çalıştığı yerel gazete ve haber ajansından ‘kriz sebebiyle’ çıkarılan bir eşcinsel, “homofobik patronumun kurbanı oldum” diyor: “Her fırsatta odama gelip eşcinselliğimi belli etmemem gerektiğini, oranın ciddi bir iş yeri olduğunu söylüyor, bağırıp çağırıyordu. Maaşımda abartılı kesintiler de oluyordu” diye devam ediyor. İşinden eşcinsel olduğu için çıkarıldığına inanan bu kişi, iddiasını da şöyle temellendiriyor: “Benden sonra o iş yerinden hiç kimse çıkarılmadı. İşten ayrıldıktan bir hafta sonra da yerime başka bir kadın alındı.”

“İnsan haklarının hiyerarşisi olamaz”
“Kürt açılımı yapmaya çalışılıyor ama eşcinseller konusundaki ayrımcılık görmezden geliniyor” diyen Kürşad Kahramanoğlu konunun öncelikle bir insan hakkı olduğunun kabul edilmesi gerektiğini vurguluyor: “Bu geniş azınlığı yok saymak, Türkiye’nin kaybıdır. İnsanları işe yaramaz hale getiriyorlar. Fuhuş yapmalarından şikâyetçiler ama iş de vermiyorlar” diyor ve ekliyor: “Hükümetin öncülük yapıp eşcinsellere, transseksüel ve travestilere karşı ayrımcılığı önleyecek kanunlar çıkarması ya da mevcut kanunlarla bu ayrımcılığı önlemesi lazım!”

Aslında şu anda kamu ve özel sektörde milyonlarca eşcinsel çalışıyor. Ancak toplum baskısından ve işlerini kaybetmekten çekindikleri için bu gerçeği saklamak zorunda kalıyorlar. Transseksüel ve travestilerin durumu ise daha farklı. Zira fiziksel bir değişime uğradıklarından kendilerini gizleme şansları bile yok. Toplumdaki genel kanıya göre onlar, doğaya karşı geliyor. Hatta öyle ki bir alanda eğitimli ya da yetenekli olabilecekleri bile düşünülmüyor. İş vermek bir yana sokakta dahi gördüklerinde aşağılayıcı bakışlarını ve alaycı gülümsemelerini eksik etmiyorlar. Sonuçta da onlara tek ekmek kapısı olarak fuhuş kalıyor.

Ayrımcılık ilanlardan başlıyor
Sabah Gazetesi Ekler Yazı İşleri Müdürü Murat Çelikkan da, Kahramanoğlu ile aynı görüşte. Hayatın her alanında cinsel kimliği ve cinsel eğilimi nedeniyle bir kişiye farklı muamele etmenin ırkçılıkla eşdeğer tutan Çelikkan, bu durumun insanların demokrasiyi hazmedip hazmetmemeleriyle ilgili olduğunu söylüyor. “Türkiye’de hala İK eklerinde herhangi bir Avrupa ülkesinde doğrudan ayrımcılık olarak vurgulanabilecek eleman ilanları çıkıyor. Hostes olarak kadınlar ya da belli işlere askerliğini bitirmiş erkekler aranıyor” diyen Çelikkan, kişinin cinsel kimliğinin hiçbir zaman bir işin önüne geçemeyeceğini ve iş verme kriteri olamayacağının altını çiziyor.

Türkiye’deki gey, lezbiyen ve biseksüellerin sosyal hayatta ve iş dünyasında uğradıkları ayrımcılığa yönelik ciddi çalışmalar Kaos GL, bir süredir Almanya Büyükelçiliği’nin desteklediği bir proje yürütüyor. “Çalışma hayatında cinsel yönelimden kaynaklı ayrımcılıklar” başlığı altında yürütülen projede yer alan Özge Gökpınar, eşcinsellerin iş hayatında yalnız olduklarını vurguluyor. Proje dâhilinde geçtiğimiz temmuz ayında başladığı anketi tamamlamaya çalışan Gökpınar, şimdiye kadar Türkiye genelinde 40 lezbiyen, gey ve biseksüel çalışanla görüşmüş. Hedefi ise 100 lezbiyen, gey ya da biseksüel çalışana ulaşmak, onların tanıklıklarıyla bir rapor hazırlamak.
Katılımcıların yaşlarının 20 ila 41 arasında değiştiğini belirten Gökpınar, bu kişiler arasında en çok öğretmen ve akademisyenlerin bulunduğunu söylüyor. Diğer kişilerin ise mühendis, teknik eleman, grafiker, güvenlik görevlisi, psikolog, banka çalışanı ve yönetici pozisyonunda olduklarını anlatıyor: “Ankete katılanların çoğu, cinsel yönelimini işyerinde saklamayı tercih ediyor. Bunun nedenlerini de işini kaybetmekten korkma, hakkını nasıl arayacağını bilememe, yükselmesinin engellenmesi, statü kaybetme korkusu, istifaya zorlanma, taciz ve aşağılanma olarak sıralayabiliriz.”

Sorulara yanıt verenlerden çoğunun ise herhangi bir sivil toplum kuruluşuna veya Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve Transseksüel (LGBTT) derneklerinden birine üye olduğu söyleyen Gökpınar, çalışanların örgütlü mücadeleye ve aktivizme olan inancının yüksek olduğunun altını çiziyor.

Eşitlik uygulamada zayıf
Konunun hukuki boyutunu değerlendiren İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Uzmanı Avukat Cüneyt Danar ise 4857 sayılı İş Kanunu’nda eşcinseller, travestiler ya da transseksüellerin istihdamına yönelik özel bir düzenleme bulunmadığını söylüyor.

Konunun cinsiyet kavramı dâhilinde “Eşit davranma ilkesi” başlıklı 5’inci madde kapsamına girdiğini belirten Danar, “İş Kanunu’nun 5’inci maddesinin birinci fıkrasında, iş ilişkisinde cinsiyet ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamayacağı, işverenin esaslı nedenler olmadıkça ya da biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça bir işçiye iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde cinsiyet nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamayacağı, aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamayacağı düzenlenmektedir” diyor.

Yani bu maddeyle, iş görüşmesine gelen birinin işe alınmama sebebinin, cinsel yönelim olması yasaklanmış durumda. Ayırımcılığın yapılması ise tazminatla müeyyidelendirilmiş. Buna göre işçi, iş mahkemesinde açacağı tazminat davasıyla dört aya kadar ücreti tutarında tazminat kazanabiliyor. Ayrıca ayrımcılık nedeniyle yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebiliyor. Ancak Danar, ülkemizde tazminat hukukunun Avrupa ya da Amerika düzeyinde gelişememesi nedeniyle böyle bir davanın sonucunu kestirebilmenin mümkün olamayacağını söylüyor.

Türkiye’deki manzara bu. Ancak eşcinsellerin uğradığı ayrımcılığa yönelik yasalarımızda özel bir düzenleme olsa bile bu konuda fazla bir yol kat edebileceğimizi beklemek yersiz görünüyor. Zira sıkıntılarını anlatmaları için mikrofon uzattığımız Lambda LGBTT Dayanışma Derneği üyeleri bile bu konuda bizimle konuşmak istemedi. Onlar bu konuda suskun kalırsa, örgütlü hareket ederek sıkıntılarını dile getirmezse devlet gerekli düzenlemeleri yapsa bile bu çaba, çözüm için yeterli olmayacaktır. Bakınız Amerika…

Tim BRIGHT / One World Consulting Yönetici Ortağı
Şirketler kültürün aynası
Bir toplum eşcinselliğe açık değilse bu, iş kültürüne de yansıyor. Üst düzeyde kalifiye eleman bulmakta zorlanan sektörler çeşitliliğe önem veriyor. Bunu özellikle gelişmiş teknoloji şirketleri, bazı bankalar ve medya sektöründe görüyoruz. Tüketiciye yönelik sektörler ise bütün segmentlere ulaşmak için kadrolarında farklı dil, din, ırk ve cinsiyetteki kişilere yer veriyor. Azınlık grupları bir sorun değil, fırsat olarak görüyorlar. Doğru stratejilerle de çeşitliliği avantaja çevirmeyi başarıyorlar.

Ali EROL / Kaos GL Temsilcisi
Eşcinsel hakları, sendikal haktır
Çalışan eşcinseller işini kaybetme korkusuyla, çalışmayan veya işsiz olanlar da iş bulamama korkusuyla ‘görünmezliklerine’ devam ediyor. Çalışanlar kendi hayatlarına sahip çıkamadıkları gibi sendikalar da eşcinsel haklarının sendikal haklar olduğu gerçeğini görmezden gelmeyi tercih ediyor. Son yıllarda ise DİSK ile KESK, cinsel yönelim ayrımcılığının kabul edilemez olduğunu, çalışma hayatındaki bu ayrımcılığa karşı eşcinsel örgütlerinin taleplerini kendi sivil anayasa taleplerine ekledi. Artık sendikaların görevlerinden biri de mevcut iş yasasının bir an önce değişmesi için mücadele etmek olmalı.